29 Kasım 2011 Salı

Yaratıcı olmak demek kendine özgü olmak demektir.

Çalıştığım dönemlerde evi, işi, çocuğu ve eşi idare etmekten o kadar yorgun düşüyordum ki, bir şey yaratmayı düşünecek halim bile kalmıyordu. Tam tersi bir şey yapmadığım zamanlar çok hoşuma gidiyordu çünkü ölesiye yorgundum ve sadece boş kalmak istiyordum. Hiçbir şey yapmadan bir yarım saat geçirebilmek. Kimse beni aramasın, bir şey istemesin, bana seslenmesin. Öyle oturup kalmak harika bir duyguydu, bir yerlerden hatırlıyordum. Sonra oğlum büyüdü, ben emekli oldum ve bir de baktım ki…

Doğmuşum, büyümüşüm, okumuşum, çalışmışım, evlenmişim, çocuk yapmışım, onu büyütmüşüm, okutmuşum, bu arada emekli olmuşum. Sırada onu evlendirmek, anneanne olmak var. Birbiriyle ne kadar uyumlu gelişmeler değil mi? Benim yaşantım, eşimin yaşantısı, çocuğumun yaşantısı, kardeşimin yaşantısı, komşumun yaşantısı, arkadaşımın yaşantısı, tanıdıklarımın yaşantısı neredeyse birebir aynı. Aynaya bakar gibi ya da büyük bir ailenin fotoğraf albümüne göz atıyormuşum gibi. Nesilden nesle, yap işlet devret… Benim adım Selcan. İyi de ben ne yapıyorum? Ya da ne yaptım bugüne kadar bana öngörülen yaşam taslağını sürdürmekten başka? Kendine karşı bu kadar kötü davranma canım diyorum. İyi eş oldun, iyi anne oldun, iyi bir insan oldun. Tamam, da bu özellikler beni tanımlayan bana özel nitelikler değil ki? Benim gibi ne eşler var, ne iyi anneler var, ne iyi insanlar var. Hatta benden daha iyileri de var.

İşte bu noktada kafamda ışıklar yandı, aydınlandı ortalık… Yaşama adım attığımız andan itibaren hep “kıyaslanma” faslına kapılıp gidiyoruz. Tamam, sen de fena sayılmazsın ama tıpkı onun gibi ol, ya da ondan daha iyi ol havası yakalamadınız mı hiç yaşantınızda? Ebeveynlerimizden; “Nasıl bu notu alırsın be yavrum, bak Ayşe Hanım’ın çocuklarına! Senin kadar zeki olmasalar da senden daha iyi not alıyorlar. Niye hiç düşündün mü?”; nakaratını dinlemedik mi? “Falancanın kocası nasıl kazanıyor sen de araştır bul daha iyisini”, “Onların eşyaları bizim evdekilerden daha zevkli”; “Kardeşimin kocası yeni araba almış, bizimkinin bir üst modeli”,” Senin ayakkabın Ayşe’ninkinden güzel”; “Kıyafetlerin onunkilerden daha zevkli”. “Saçının rengi o şarkıcı kadının saçının aynısı olmuş”...Bu tarz kıyaslamalar hayatımız boyunca uzayıp giderken; daha iyi bir iş, daha iyi bir kazanç, daha iyi notlar, daha iyi mezuniyetler ve diplomalar, daha iyi evler, daha iyi arabalar, daha iyi mücevherler, daha iyi eş, daha marka kıyafetler, daha iyi seyahatler, daha iyi mevkiler, daha, daha, daha; maddi olana bağımlı, ne manaya geldiğine ise kör ve sağırız adeta. Kendi hayatıma göz atıp bunu fark edebildiğimde orta yaş sınırındaydım. Değişik yemek yapmayı denememiştim, çalışan kadındım. Spora vakit ayıramamıştım hem anne hem ev kadını hem de iş kadınıydım. Sanatın hiçbir koluna el atmamıştım çünkü beceremezdim. Tek yaptığım kitap okumaktı bugüne kadar. Ne yapabilirdim ki bu saatten sonra?

Her şeyi. Her şeyi yapabilirdim. Beceremeyeceğime kim karar vermişti? Ben tabii ki! Öyle olmalıydı çünkü bana kimse her hangi bir konuda becerim olduğunu söylememişti. Ve kendime ne istersem yapabilirim dedim. Yogaya başladım, yürüyüşler yapmaya başladım. Çıktığım gezilerde fotoğraf çekmeye başladım. Yabancı dillerimi geliştirdim, bir yenisini daha öğrendim. Özel bir çalışmaya katıldım “yaratıcı resim boyama kursu”, hoşlandım; eğer istersem resim yapabileceğimi gördüm. Kitap yazdım, bastırdım, satışa sundum. Facebook’ta hesap açtım. Blog açtım. Bir müddet sonra ikinci bir blog açtım. Okuduğum kitapları çeşitlendirdim. Psikoloji ve felsefeye ilgi duyduğumu fark ettim ve bu konulara yoğunlaştım. İkinci bir kitap için hazırlıklara başladım. Yeni eğitimlere katıldım ve hala katılıyorum. Fark ettim ki yaratıcı olmak için özel bir yeti şart değil. Bu kendinizi neye şartlandırdığınızla alakalı bir konu. İsteyen herkes istediğini yapabilir. Örgü örer, yemek kursuna gider, değişik tat ve mutfakları öğrenir, çiçek bakımıyla ilgilenebilir, fotoğraf çekebilir, resim yapabilir, yazı yazabilir, dans edebilir, şarkı söyleyebilir, tiyatro oynayabilir, takı kursuna gidebilir, ahşap boyama yapabilir, biblo yapabilir; ne isterse deneyip yapabilir. Bunları yapabilmek için zaman veya maddi imkânım yok derseniz kendi yaratıcılığınızı susturmuş olursunuz. Çünkü bu tarz şeyleri yapabilmek için zaman yaratmak da bir yaratıcılıktır.

Yaratıcı olmak demek kendine özgü olmak demektir. “Yaş 49: Herhangi bir işi yaptığımdan daha iyi yapmaya çalıştığımda, o işin yaratıcılığa dönüştüğünü öğrendim" der Özdemir Asaf, “Öğrendim” adlı şiirinde. Ben de öğrendim. Hem yapabileceklerimi keşfettim, hem kendimi. Hoşlandım kendimden ve hayattan.

Kendi sanatçınızın sesini duyabilmeniz ümidi ile sevgiyle kalın.

Sy




1 yorum :

  1. Bu yazınızda çok güzel bir konuya değinmişsiniz, evet insan gerçekten yaşam mücadelesiyle, günlük rutin işlerle uğraşmaktan kendisine zaman ayıramıyor.Kendi içindeki yetekleri, güzellikleri maalesef keşfedemiyor.Bunu için öncelikle istemek ve kendine mutlaka zaman ayırmak gerekiyor.Güzel paylaşımız için teşekkürler.

    YanıtlaSil