22 Kasım 2011 Salı

Hayatımız boyunca hep sınav oluruz...

Hayatımız boyunca hep sınav oluruz. Sizce de öyle değil mi? Sanki hayatımızı nasıl yaşayacağımıza dair bazı sihirli güçler el atmış gibi dışarıdan bakarız kendi hayatımıza. Reflekslerimiz ve duygularımız üzerinde sabır denemeleri yapılıyordur sanki. Bunun adına insanlık sınavı da diyebilir miyiz? İnsanlık nedir sizce? 

Yaratıldığımız günden itibaren bize verilmiş olan duygularımız aracılığıyla başımıza gelenleri gözlemleyerek yaşarız. Defolarımız vardır, yanlışlarımız vardır, iyi ve kötü yanlarımız vardır. Yanlışlarımızı ve kusurlarımızı gizleme gayreti içindeyizdir. Yalan söyleriz, olmadığımız gibi davranırız, içimizde duygu fırtınaları eser. Değişik huylarımız, kendimize göre bir bakış açımız vardır. Bunların tamamı bizim karakterimizi oluşturur. Bazen işlediğimiz suçların cezasını çekecek kadar cesaretimiz vardır, bazen de yoktur. Kaçarız. Suçlarımızı hasıraltı etmek için çabalarız, yalanlarla dolanlarla, göz boyamalarla, maskelerimizle… İçimizde bir yerlerde dürüstlük ve vicdan denilen duygularımız da vardır. Genelde suskun dururlar, yeri gelince konuşurlar. Bizleri suçtan ve günahtan uzak tutmak için çabalarlar. Her insanın kör noktaları olduğu kadar aydınlık noktaları da vardır. Kör noktalarımız geçit vermez.  Bu iki noktanın farkını ortaya çıkartan ise vicdandır. Bizi oluşturan karakterimizin içerdiği duygular bizlere çeşitli sıfatlar kazandırır: çalışkan, tembel, başarılı, başarısız, aptal, akıllı, yardımsever, egoist, dışa dönük, içe dönük gibi… 

Bu sıfatların çoğu bebekliğimizden itibaren bize yapıştırılır. Akıllı çocuk tıpkı babası gibi! Çalışkan çocuk tıpkı annesi gibi! Başarılı iş adamı tıpkı dayısı gibi! Dağınık ve savruk tıpkı halası gibi! Saçmalığın dik alası aslında yeni doğanların bu dünyaya adapte olma yolunda ilerlediği zamanlarda onlara ait olmayan sıfatlarla özdeşleştirilmeleri!

Bizler kendi küçük dünyalarımızda “büyük” sorunlarımızla yaşarız. Amacımız çok basittir aslında: “Daha iyi bir hayat” yaşamak. Bunun için her türlü olanağı değerlendiririz. Bunu yaparken çoğu zaman içinde bulunduğumuz “Büyük resmi” ıskalarız. Iskaladığımız içindir ki sadece ve sadece kendi küçük dünyamızdaki resme bakarız. Bunu çoğu zaman gözlemlerimize dayanarak kimi zaman da oluşturulmuş muhteşem egomuza dayanarak yaparız. Önemli olan onun “en iyi hayat” olmasıdır. Neye göre “iyi hayat”? Kime göre “iyi hayat”? Peki, o halde “iyi bir hayat” yaşamak ne demek? Aslında orada, arada bir yerde iki resim arasında sıkışıp kalmışızdır ve işin özü büyüdüğümüz çevre ile sonrasında yaşadığımız çevre tarafından bize “öğretildiği” şekilde yaşamamıza rağmen! Trajik ve aynı zamanda komik bir resim değil mi sizce de? Bize öğretilenlerin dışına çıkmadan yaşadığımız halde burnumuz b.ktan çıkmaz sanki. Orada durup beklemeye başlarız. Buradan “hayat otobüsü” kaçta geçiyor acaba? Of yoksa otobüsü kaçırdık mı?

Beklemenin neticesini yavaş yavaş almaya başlarız. Büyük resimdekilerle kendi küçük resmimizin birlikte nasıl yaşayabileceğinin soruları ve cevapları zihnimizde uçuşmaya başlar. Açık fikirli görünmemize rağmen eski geleneklere ve düşünce yapısına nasıl sıkı sıkıya bağlı olduğumuzu fark etmeye başlarız. Sonrasında “merak“ oluşur ağır ağır… Hayatımızı tabularla ve geleneksel korkularla kısıtlı yaşadığımızı gözlemleriz. Bir de bakarız ki etrafımız aynı duygularda hapsolmuş insanlarla çevrili. Kimse belli etmek taraftarı değildir. Sıkışıp kaldıysan ve kendi çabalarınla çıkamıyorsan o çukurdan, neden yardım istemiyorsun? Ayıp mı? Seni ezik ve başarısız görmelerini istemiyorsun. Ne alakası var bu söylediklerinin akıp giden hayatla? Sanki herkes kendi çabasıyla mı yürüyor bu engebeli yollarda? Bekle sen o “son durakta”!

Düşüncelerimiz mi zihnimizdedir yoksa duygularımız mı? Bu tartışmaya açıktır. Bazen olayları algılayış şeklimiz olayların gerçekliğinden farklı olabiliyor. Olay komik, sıkıcı, üzücü, kötü, sinirlendirici olabiliyor. Oysa içinde bulunduğumuz andaki hislerimiz o anda oluşan bir olaya bakış açımızı farklı kılıyor ve neticesinde bu olay kimisine üzücü gelirken bir diğerine mutluluk verebiliyor. Eğer anda kalmayı başaramıyorsak bu olay bizi geçmişe götürüyor ve zihnimiz bu olayı o anki duygularımızla değil geçmişteki duygularımızla özdeşleştirebiliyor. Bu da hayatın karmaşası gibi gözükse de sadece ve sadece bizim zihnimizin karmaşasından kaynaklanıyor. Zihnini hangi yetkili makama şikâyet etmek istersin? Yoksa suyuna gidip anlaşma mı yapmak istersin? Yoksa tüm köprüleri atmak ve sil baştan mı başlamak istersin?

Her kesiminden insanlar, eğitim ve yaşam seviyesi ne olursa olsun hep belli kalıplar içinde sıkışıp kalmışlardır. İnsanların tamamı yaşadıkları çevre tarafından yanlış anlaşılmamak için büyük bir özveri içinde yaşıyorlardır. Kim oldukları ya da nasıl yaşamak istediklerine kendileri değil içinde bulundukları kalıplar yön veriyordur. İnsanlara küçük, yetişkin, akıllı, aptal, başarılı, başarısız, eğitimli, eğitimsiz, iyi ya da kötü olduklarını hep birileri söylüyordur. İyi de neye göre? Ya da kime göre? Yaşımız ne olursa olsun bir an durup düşünelim: ”Nereye varmaya çalışıyoruz? Neden duygu ve isteklerimizi bastırıyoruz? Bize yakıştırılmış olan sıfatlar yaşam için bizim istediğimiz sıfatlar mı? Bu hayat benimse ben onu nasıl yaşamak istiyorum?”

Evet, bu hayat benim. Ben onu nasıl yaşamak istersem, o şekilde yaşıyorum. Seçeneklerim yaşantımı şekillendiriyor. Mutsuzsam tek bir şey yapmam gerekiyor; değişmeliyim. Çünkü ben önemli ve değerliyim. Kendi istek ve ihtiyaçlarımın olması çok doğal ve onlar da önemli. Hayatımıza neyi seçersek onu yaşarız. Bunu unutmayalım.

Doğru seçimlerle kalın,

Sy


1 yorum :