20 Ocak 2013 Pazar

2013 Paris Gezisi


Bunaldığımda başımı alıp gitmeyi sevdiğim şehirlerden biridir Paris. Bir diğeri ise Londra’dır. Kaç kere gidersem gideyim her seferinde farklı bir lezzet alırım bu iki şehirden. Asla bıkmam. Birkaç gündür eşimle birlikte Paris’teydik.

Paris hakkında ne söyleyebilirim ki? Fransa'nın başkenti olmasının yanı sıra, bilim, kültür, sanat alanlarında da dünyanın önde gelen merkezlerinden birisidir.  2000 yıllık bir tarihe sahiptir.  Şehir 20’ye kadar numaralanmış bölgelere ayrılmıştır. Bu numaralar Louvre’dan başlayarak dışarıya doğru spiral şeklinde artar. Dolaşırken yönünüzü şaşırmamak için Paris’i bir daire olarak düşünün. Seine Nehri, iki yanında dizilmiş olan Notre Dame, Louvre, Place de la Concorde, Arc de Triomphe ve Eiffel Kulesi gibi ünlü yapılarla bu daireyi ortadan ikiye böler. Sağ ve Sol Yaka, nehrin ortasındaki İle de la Cité ve İle de St Louis adaları üzerinden köprülerle birbirine bağlanır. Sağ Yaka’da  Place Charles de Gaulle, Champs-Elysées, Place de la Concorde, Palais du Louvre, Opera, Montmartre, Sacre C’oeur, Bastille yer alırken; Sol Yaka’da Quartier  Latin, Sorbonne, Jardins Du Luxembourg, St Germain des Pres, Montparnasse ve Eiffel Kulesi yer alırken, şehrin batısında ise yeni Paris olarak adlandırılan La Defense bulunur. 

Paris’e ilk gittiğim sene 1996 kışıydı. Avrupa oldukça soğuktu – 18 dereceler konuşuluyordu. Bu bizi engellememişti ve yılbaşını geçirmek için ailece kalkıp gitmiştik. La Defense’da bir otelde kalmıştık. Oğlum o zaman 9 yaşındaydı. Noel zamanındaki hareketlilik ve süslemeler çok hoşuna gitmişti. Disneyland’da boy sınırına yakalanıp (binilen aletlerin emniyet kemerinin bağlanabilmesi için belli bir boy sınırı gerekiyordu) bazı eğlencelere katılamadığı için de oldukça üzülmüştü. Daha sonra 1998 yılında şubat tatilinde bu geziyi tekrarladık. Boyu yeterince uzadığı içinde eğlence parkının altını üstüne getirmiştik. O zaman da oldukça soğuktu. Daha sonra eşimle Paris'e  2000’ li yıllarda dört kez daha gittik. 

Araba kiralamak tavsiye edeceğim bir olay değil, trafik yoğunluğu fazla. Belli gün ve saatlerde İstanbul’u aratmayacak şekilde tıkanabiliyor. Bu yüzden Paris'te yürüyüşe çıkmak yaşanabilecek en büyük zevklerden biridir. Büyüklüğüne rağmen, iyi planlama yaparsanız tüm şehri, bir gün içinde, baştan sona yaya gezmek mümkündür. Her gördüğünüz café’ ye girmeden ve her dükkana dalmadan iyi kötü bir fikir sahibi olursunuz. Gidilecek mesafenin iki duraktan az olduğu durumlarda, metroya binmektense yürümek ise şehri tanımak açısından en iyi seçim olacaktır. Seine nehrinde tekne gezisini daha önceki yıllarda bir kez gece bir kez de gündüz saatlerinde olmak kaydıyla iki kere yapmıştım. Bu gezilerde şehir hakkında bilgi sahibi olmanız için yeterlidir. Daha sonra ne tür bir gezi planladıysanız onu uygulamaya koyarsınız. Uzun yıllardır tur acentesi ile seyahate çıkmak yerine kendi başıma gezmeyi tercih ediyorum. Yürüyerek, kaybolarak gezmeye bayılıyorum. Bilindik adresler yerine ara sokakları arşınlamaktan büyük keyif alıyorum. Kimsenin bilmediği ara dükkânları keşfetmeyi seviyorum.

Ortaokul ve liseyi Notre Dame De Sion’da okuduğum için Fransızcam oldukça iyidir. Bu gezide fark ettiğim bir ayrıntı ise yabancı dili küçük yaşta öğrendiğinizde asla unutmadığınız oldu. Geçen yıllarda İspanyolca öğrenmiştim. Şu an aklımda fazla kalmadığını söyleyebilirim. Her seferinde biraz mesai harcamak gerekiyor hatırlamak için. Oysa 12 yaşındayken öğrendiğim bu dili artık kullanmasam da unutmuyorum. Zihin çok ilginç işliyor doğrusu.

Her gidişimde Louvre Müzesini, Notre Dame Kilisesini mutlaka gezerim. Bu iki ziyaret – eşim ise tavaf etmek diyor- benim için “Paris Ritüeli” haline geldi sanki. Louvre’u bir günde gezmek, iki güne sığdırmak bana göre imkânsız. Bu yüzden her gidişimde daha önce uğramadığım bir köşesini geziyorum. Her koridoru, her galerisi içime işliyor sanki. Orada kaybolmayı da seviyorum, böylece gözümden kaçmış bir başka bölümde buluveriyorum kendimi. Bu sefer ki gezişimde bana eşlik etmesi için Dan Brown’u da davet ettim. Koyu bir sohbete giriştik zihnimde. Da Vinci Şifresi’nde yer alan galerileri ve resimleri hatırlamaya çalıştım. Kutsal Kase’nin nerede olabileceğini hayal ettim. Birden kendimi kriptoloji ajanı Sophie Neveu edasıyla galeriyi arşınlarken buldum ve kahkahalarıma zor hâkim oldum.

Notre Dame Katedrali 2000 yıldan bu yana dinsel işlevini sürdürmektedir ve birçok tarihi olaya tanıklık etmiştir. Ziyaretçi defterini imzaladım, bir kaç cümle karaladım içine. Kendimi devlet görevlisi gibi hissettim bir anlığına. Her zamanki gibi Pont-Neuf' den geçerken âşıkların simgesi olan kilitlerden satın aldım, üstüne kalp çizdim. İçine eşimin ve benim adımı yazdım. Kilitledim. Anahtarını da nehre savurdum. Böylece aşkımızı bir kez daha mühürlemiş olduk. 

Eiffel’in resimlerini çekmekle yetindim uzaktan. Hava o kadar soğuktu ki oraya uğramaktan vazgeçtim. İlk kez gidecek olanlara mutlaka uğramalarını tavsiye ederim. Ancak havanın soğukluğu Seine Nehri kıyılarında bulunan sahaflara uğramama engel olmadı. Pont St Michel ile Pont des Arts arasındaki rıhtım boyunda sıralanmışlardır bu sahaflar. Burada kitaplar haricinde kartpostallar, dergiler de bulabilirsiniz.

Sokaklarda rastgele köşe başlarına park etmiş Lamborghini veya Ferrari marka arabalar çıkıyor karşınıza. Üstlerinde ‘Sür beni’ yazıyor. Bu arabalara 20 dakika için 89 Euro ödeyerek Paris’te tur atabiliyorsunuz. Champs Elysées üzerinde Abercrombie’nin bir mağazası var. Kocaman demir kapılardan geçiyorsunuz ve ağaçlıklı harika bir yoldan yürüyerek müze kapısı gibi görkemli bir kapıya geliyorsunuz. Sizi karın kasları ortada genç bir adam karşılıyor. Dışarısı -7 ve yarı çıplak bu genç sizi içeri buyur ediyor. Oldukça şık döşenmiş ve loş bir mağazada kulaklarınızı tırmalayan yüksek müzik ve özenle seçilmiş satıcı personel eşliğinde mağazayı turluyorsunuz. Bütün satıcıların ortak bir noktası var: kızlar Paris’in en güzel kızları; erkekler ise Paris’in en yakışıklı delikanlıları. Bir şey sorduğunuzda cevap alamasanız da görsel bir şölen sunuyorlar size.

Bu gezide beni en çok etkileyen şeylerden biri, Louvre’da, mola verdiğim esnada, cafélerden birine oturmak üzere yaklaşan bir kadın oldu. Sarı saçlı, zayıf uzun boylu bir kadındı. Yanında tasmalı bir köpek vardı. Koluna giren birisi ona açıklamalar vererek yürümesine yardım ediyordu. Bu görme engelli bir turistti, yanındaki de eğitimli köpeğiydi. Müze görevlisi eşliğinde turlamaktaydılar.  Bir anda tüylerim diken diken oldu.  Bu görme engelli kişi sırf o mekânın enerjisini hissedebilmek adına koridorlarda dolaşıyordu. Kendimi bu güzellikleri görebildiğim için çok şanslı hissettim ve teşekkürlerimi sundum Yaradan’a. O kişiye de büyük bir hayranlık duydum ve herkesin bilinç olarak bu seviyeye gelebilmesini diledim. Bazen engeller gözle görülebiliyor bazen de öylesine derinlerde oluyor ki… Tüm engellerin bir gün keşfedilip, kaldırılması dileği ile…

Beni etkileyen bir diğer ayrıntı ise Parislilerin ne kadar değişmiş olduğuydu. Uzun yıllar Fransızlarla çalıştım. Her ayrıntısını, her bölgesinin aksanını o kadar iyi bilirdim ki.  Ufaktan bir hayranlık duyardım bu ülkeye, içimize işlemişti bu ekol. Neden sonra ilk seyahatimden aklımda kalanlar ise Parislilerin kaba ve kendini beğenmiş halleri olmuştu. Sadece kendi dillerini konuşurlar, başka dilde sorulan sorulara cevap bile vermezlerdi. Sanki tüm dünya Fransızca bilmek zorundaydı. Oysa bugün her yerde her dil konuşuluyor artık. Menülere sıradan lokantalarda bile İngilizceyi, İtalyancayı, İspanyolcayı eklemişler. Hangi dilde sorarsanız o dilde cevap alıyorsunuz. Her daim “Merhaba” derlerdi ancak gülümsemezlerdi. Daha güler yüzlü olmuşlar. Bana sorarsanız bu değişim biraz fazla hızlı olmuş ve Paris’te gerçek Parisliye rastlamak neredeyse imkânsız hale gelmiş. Acaba değişmeden suratsız ve sadece kendi dillerini konuşarak mı kalsalardı? Bilemedim, kararsız kaldım…


Gezmek, görmek, sırları keşfe çıkmak… Seyahat etmek benim için çok heyecan verici bir olay. Yeni yaşam tarzları, yeni alışkanlıklar, yeni hayatları yerinde ve o an’ da keşfedebilmek. Gerçekten güzel deneyimler benim için. Ülkeler değişiyor, insanlar değişiyor, ben değişiyorum. Hayata bakış açım değişiyor.  Bazen öyle insanlarla karşılaşıp birlikte zaman geçiriyorsunuz ki, normal yaşamınızda bunun gerçekleşmesi neredeyse imkânsız. Öyle yerler gezip, öyle şeyler tadıyorsunuz ki kendinizi sınadığınız hissine kapılıyorsunuz ara sıra. İşte seyahat etmek tüm bu deneyimleri yaşatıyor bana. Louvre Müzesini gezerken gördüğüm engelli turistin bana o anda hissettirdiklerini, başka bir yerde aynı hazda hissetmem, yaşamam mümkün olabilir mi? Oluyor… Eğer ki hayatın zenginliğine ve ihtişamına kendinizi kapatmazsanız, oluyor… Hayat tüm muhteşemliğiyle bizim keşfetmemizi bekliyor. Oralarda bir yerlerde... 

Bazen çok kısa bir an için bir başkasına son derece basit gelen bir şey beni mutlu eder. O anın keyfini alabildiğine yaşarım ve içime alırım o hazzı. Her düşündüğümde de tekrar tekrar duyumsarım. Mutlu olurum. Bunu yapabilmek için de görmeyi bilmek lazım bana kalırsa. Tüm güzellikler önümüzdedir. Bizi beklemektedir. Yeter ki görmeyi seçelim. Sözlerime son verirken gezmeye ve görmeye mutlaka zaman yaratın diyorum. Motosiklet meraklıları Avenue Grande Armée 'ye bolca vakit ayırın. Sağlı sollu bir sürü markanın mağazası mevcut. Bu gezide yemek yiyip zevk aldığım bazı restoranların adreslerini de paylaşıyorum. Yolunuz düşerse diye…

Sevgiyle kalın,

Sy

L’entrecote de Paris  29 Rue de Marignan 75008 Paris

Zen Garden  15 Rue Marbeuf 75008 Paris

La Farnesina 9 Rue Boissy D’Anglas







12 Ocak 2013 Cumartesi

Yavru kuş yuvadan uçuyor…


Zamanı gelmiş miydi? Bilinmez… Herkesin kendine göre bir zamanı var çünkü. Bana göre 18 yaşından itibaren bu deneyimi yaşamalıydı. Babaya göre şu an bile fazla erken, gerek yok.  Kendisi bir ay öncesine kadar hiç dile getirmemişti. Hayatından memnundu. Oysa aniden bir pazar öğleden sonra karşımıza geçti ve “Ben ayrı eve çıkıyorum” dedi. Öylece baktık, baka kaldık.  Evden çoktan ayrılması gerektiğini oğlum hariç herkese yeri geldikçe dillendiren ben, dondum kaldım… Baba sanki ruhunu teslim etti… Nasıl istersen dedik… Çünkü ebeveynlik cesaret ister. Cesaretin olursa eğer müdahale etmezsin. O da böylece bilmediği dünyaların peşine düşer, keşfeder… İşte o zaman ebeveyn olarak çocuğunu izlemenin keyfi hiçbir şeyle kıyaslanamaz… Bu adam 20 günlük bebekken yalancı emziğini tanıyor, bir diğerini verdiğimde, almayıp diliyle itiyordu. Bunu yaparken de gözlerini gözlerime dikiyor dikkatle bakıyordu bana. Şimdi evden ayrılacağını tebliğ ederken de, gözlerini gözlerime dikerek dikkatle bana bakıyor ve tepkimi algılamaya çalışıyor… Yavru kuş yuvadan uçuyor…

Yaklaşık 5 aydır çalışıyor, birikimini yaptı ve kararını aldı. Sıra uygulamaya geldi. Keyifle bir ev aramaya giriştik. Maaşınla zorlanmayacağı bir ev aradık, aidatı düşük, kirası makul. Bulduk. Sonra evdeki bazı eşyaların toparlanması, ilave yeni eşyalar, perdeler derken beni bir heyecan dalgası sarıverdi. Değişiklikler beni hep heyecanlandırır zaten. Heyecan dalgasının yanı sıra eş zamanlı hissettiğim hüzün, tedirginlik, endişe, merak ise oldukça ilginçti. Bir anda bu kadar duygu ile harmanlanınca ortaya karışık mevsim salata tadında bir Selcan çıktı. Kendimi izlemekten yorgun düştüm doğrusu. Keyifle perdeyi seçip, cep telefonumla kumaşı fotoğraflayıp, gelen cevabı okurken aniden gözyaşlarına boğulup “ Evet bu renk olsun lütfen“ derken ağlayabilir miyim? Evet, ağlarım… Ağlarım ben bir anneyim. Yavrusundan ayrılmaya hazırlanan bir anneyim… Bunu her daim istemiş ancak zamanı gelince de üzülen bir anneyim…

Nihayetinde beklenen gün geldi ve bugün taşındı oğlum. Montajlar yapıldı, elektronik eşyalar bağlandı ve tatlı bir yorgunlukla eve döndük. O ise yeni evinde kaldı… Şu an ev boş. Hem de bomboş… Bir insan bu kadar yer kaplar mı? Kaplıyormuş. Bu kadar doluluk hissi verir mi? Veriyormuş. Bu üzüntümün geçici bir süre devam edeceğini sonra yerini tatmin duygusuna bırakacağını biliyorum. Görevini başarıyla tamamlamış olan bir ebeveynin tatmin duygusu kaplayacak çevremi… Buram buram kokacak… Ayrıca bu deneyim bana oğlumun ne çok şey bildiğini de gösterecek. Benden bile daha iyi bildiğini hem de. Bende ebeveyn olarak üzerime düşeni yapmış olduğumu hissedip huzurla dolacağım. Onda dirilik var, tazelik var, yaşama karşı bir merak ve açlık var, müthiş bir cesaret ve özgüven var.  Yolu açık olsun…

Hüzünlü duygulardan kolayca sıyrılmanın yollarından biri de mekân değişikliğidir. Bu yüzden kısa zamanda bir seyahat planlamak beni kendime getirecektir. Herkesin hayatı kendisine aittir ve herkes kendi hayatını seçtiği şekilde yaşayacaktır diyorum  ve gözyaşlarımı silerken aynada kendime bakıyorum. “Mutlu ol çünkü oğlun kendi başına durabiliyor artık“ diyorum…

Sevgiyle kalın,

Sy