27 Kasım 2011 Pazar

Kendini akışa bırakmanın dayanılmaz hafifliği...

Öncelik sensin... Köklerine git, kendini bul.
Yaşam üzerine fazla geldiği zaman onu zorlama, biraz duraksa...
 Neler olup bittiğine anlam verme...
 Devamını Gör!
 Mutlaka yanlış bir şey oldu...
 Düşüncelerin ile dileklerin aynı orantıda değildi ve varlığın ile buluşamadı...
 Sorun yok, sadece bekle...
 Güneş doğacaktır. Rüzgâr esecek ve yağmur yağacaktır.
 Zorlamaya gerek yok, olması gereken kendiliğinden olur.
 İzlemeye devam et...
 Şahitlik güzeldir, hem olayın dışındasındır hem de içinde...
 Zorlamaya gerek yoktur, olması gereken kendiliğinden olur.

Neyzen Tevfik


Gerçekten de kendi yaşantımızı eş zamanlı olarak başka bir gözle izleme olanağımız olsaydı eğer; yanlış tutumlarımızı fark ettiğimiz an hemen harekete geçip uyarıda bulunmaya çalışır mıydık? Bu uyarıları tamamen tarafsız bir gözle ve mantık çerçevesinde yapabilecek olsaydık ilginç olabilirdi. Bazen hayatta yaşadığımız her şeyin sadece bize özel, bize güzel, bize acı verici olduğunu düşünürüz. Oysaki yaşadığımız her acı bir başkasının acısı ile örtüşebilir. Ya da yaşadığımız her mutluluk aslında son derece sıradan ve herkesin başına gelen bir mutluluk olabilir.

O zaman nedir bizim düşüncelerimiz ile dileklerimizin oranlarını bozan? Varlığımızdan ayrı düşüren? Sabırsızlığımız olabilir mi? Hayat akışı içinde bize mal edilmiş olan daha fazlasını yapma düşüncesi olabilir mi? “Doğ, büyü, oku, çalış, evlen, çocuk yap, çalış, çalış, çalış, durma çalış, durma kazan” mantrasını söylediğimiz yıllar boyunca yaşadığımız mutsuzluk olabilir mi?

Olabilir, evet bana göre olabilir. Yıllarca dikte edilmiş birer yaşam sürdürdüğümüze inanmaya başladığım günden beri, ne kadar çok şey kaçırdığımın farkına vardım. Yaşamayı unutmuşum! Yaşam, herhangi biri olabilmek uğruna, fazla para kazanmak uğruna, başarılı olmak ve kartvizitimizde süslü sıfatlar yazılması uğruna, kendimizi ispatlamak uğruna, genç ve bakımlı olabilmek uğruna, zayıf ve sportif görünümlü olabilmek uğruna, iyi anne ve iyi eş olabilmek uğruna; akıp gitmiş. İşin en kötü yanı da o akıp giderken gözlem yapmayı bile becerememişim. Hiçbir şey, hiçbir zaman ara vermediği için, durmadığı için, son bulmadığı için; geri kalırım korkusuyla durup da yaşantıma bir göz atma olanağım olmamış. Bir yabancılaşma oluşmuş benle benim yaşantım arasında. Mesafeler de gün geçtikçe uzamış iyice yabancılaşmışım kendime. Yargılamışım, eleştirmişim, duygudaşlık yeteneğimi yitirmişim, beynim acıyı unutmuş oysa bedenim unutmamış bir kenara not almış; bu bile beni yolumdan döndürmemiş.

Ta ki… “Son zamanlarda bir gariplik var bende” diyene kadar. Hareketlerim yavaşlamış, azalmış ve ben “böyle zamk gibi yapışsam yatağın içine, akşama kadar dursam, kalsam hareketsiz. Herkes, her şey ne istiyorsa yapsa ama bana bulaşmasa” diyene kadar. Yattığım yerden kendime dönüp bakıyorum ve hiç ummadığım bir anda hayatımın gözlemcisi olup çıkıyorum. Sabah kalkıyorum, günlük yaşantı aynı, yapılanlar aynı, öğleden sonrası ile akşamın yok birbirinden hiçbir farkı… Her gün hiç aksatmadan aynı işleri aynı yöntemle yapıyorum, tam otomatik bir makine gibi. Mutsuzum ve yapmak istediğim hiçbir şey yok… Birden fark ediyorum kendimin nasıl akıp gittiğini ve bu yaşıma geldiğimi hiç anlamadığımı ve izleyemediğim bir hayat yaşamakta olduğumu. Yaşam üzerime geldiğinde onu zorlamışım, yargılamışım, değiştirmeye çalışmışım, akış yönünü saptırmaya gayret etmişim. Yaşamı anlamaya ve düzeltmeye çalışırken kendimin raydan çıktığını izlemeyi kaçırmışım.‎

İşte bunu fark ettiğimde değişmeye karar verdim. Değişmeye karar verdiğimde her şeyden önce kendimden özür diledim. Ve kendim için doğruyu aramayı bıraktım. Doğru geldi beni buldu. Hayatın önüme sürdüğü tüm sıkıntı ve üzüntülerin beni sınadığını ve olgunlaştırıp tecrübe sahibi yaptığını anlıyorum. O anlara direnmek yerine kendimi akışa bıraksaymışım daha kolay yolumu bulacakmışım, bunun farkına varıyorum. O anlara direnip kaybettiğimde, yapmam gerekenin, ezilmeyip çözüm bulmak olduğunu fark edebilseymişim olaylara daha çabuk hâkim olabileceğimin farkına varıyorum. Tek sıkıntımın sahip olduğum gücün ve yeteneğin varlığını unutmak olduğunu anlıyorum. Sıkıntıların ve acıların insanı insan yapan değerleri oluşturduğunu fark ediyorum. Bu acı ve sıkıntılara şükran duymayı, onlardan ders almayı, onları geçmişte bırakıp şimdiki anda yaşamaya devam etmenin önemini fark ediyorum. Tıpkı ağır bir hastalıktan çıkıp iyileşmekte ve yavaş yavaş eski gücüne ulaşmakta olan bir beden gibi hayatımı ve yaşantımı toparlamaya başlıyorum. Her şeyi sorgulamaktan ve bir neden ile mantık aramaktan vazgeçiyorum. En önemli olan döngünün beden, zihin ve ruh arasındaki denge olduğunu gözlemliyorum. Bu döngüyü bozmamaya karar veriyorum. Bir Fransız atasözünü hatırlıyorum; “Ölülerimizi gömmedik, şimdi koku yapıyorlar...” Bu yüzden geçmişimi, hatalarımı, herkesi ve her şeyi, kendimi affediyorum ve özgür bırakıyorum.

Yazıyı Coco Chanel’in hoş bir sözü ile bitirmek istiyorum: “Genç değilim ama genç hissediyorum. Yaşlandığımı hissettiğim zaman yatağıma girip orada kalacağım."

Daha bilinçli, daha farkında, daha da önemlisi sevgiyle kalın.

Sy

3 yorum :

  1. Ne kadar güzel yazıyorsunuz, sizi takip etmekten büyük zevk alıyorum yazılarınızın daim olmasını diliyorum:)

    YanıtlaSil
  2. harikasınız :)

    YanıtlaSil