7 Aralık 2011 Çarşamba

Kendim için yarattığım her şeyi kabul ediyorum.

Hastalıkların zihinsel nedenleri olabilir mi? Gerçekten de hayattaki duruşumuz bize hastalıklara giden yolu açıp kapatabilir mi? Bu soruya üç yıl önce sorulmuş olsa “Ne alakası var” diye büyük bir özgüvenle cevap verir, tartışmaya dahi girmezdim. Oysa bugün daha soru biter bitmez “Evet “cevabını yapıştırırım. Devası olmayan büyük dertleri veya küçük rutin rahatsızlıkları hayatımıza biz davet ediyoruz. Artık buna inanıyorum.

Bu konulara merak saldığımda okuyup hayran olduğum yazarlardan bir tanesi Louise L. Hay’dir. Onun bu konu hakkında yazdıklarına tüm kalbimle katılıyorum. Gerçekten de hastalıkların hiçlikten geldiğine ve hiçliğe gideceğine inanıyorum. İçimizdeki güçle her hastalığa savaş açabiliriz. Hastalıkları tedavi edebilmek için başvurduğumuz bilinen yöntemlere ilave olarak içimize dönmenin ve düşünce kalıplarımızı yenilemenin işe yarar bir yöntem olduğunu biliyorum.

Yıllarca içimizde biriktirdiğimiz kızgınlıklar, üzüntüler, pişmanlıklar, nefretimiz bedenimizde zamanla yaralar açar. İçimizde oluşan yaraları yanağımızın ortasında bir gecede beliriveren ve pis pis sırıtan bir sivilceyi fark ettiğimiz kadar çabuk görmemiz mümkün değildir. Bu yüzden yaşımız ilerledikçe sorunlarımız baş göstermeye başlar. Alır bizi bir şaşkınlık. Hoppala! Bu fıtık da nereden çıktı? Hayret bir şey ayağımdaki ağrı geçmek bilmiyor! Annemde de vardı galiba bu geçmeyen baş ağrıları. Hastalıklarımıza bile bahane bulmaya çalışırız. Oysa yapacağımız tek şey bu hastalığı çağırdığımızı kabul etmektir. Hastalığa sebep olan davranış biçimi ve düşünce kalıbımızı gözden geçirdiğimiz takdirde bu hastalıktan rahatlıkla kurtulabiliriz. Bize bir artısı da olur ayrıca. Nasıl mı? Aynı hastalığın yarattığı rahatsızlık daha sonra ortaya çıktığında, biliriz ki aynı yanlış düşünce ve davranış kalıbımız geri gelmiştir veya onun bir benzeri. Böylece hayattaki yanlış seçimlerimizi, yanlış düşüncelerimizi daha çabuk fark edebilme yetisine sahip oluruz. Bir nevi “farkındalık” kazanırız. “Her şerde bir hayır vardır” bu paragrafa cuk oturdu galiba. İşte şer diye nitelendirdiğimiz hastalıktan bile bir hayır gelir bize; nerede bir rahatsızlık yarattık ve hastalık bunu bize anımsatmak istedi diyebiliriz. Dalga geçmeyin ve sakın “saf bu” kadın demeyin, duyuyorum!

Kendimi kınamadan, yargılamadan, nefret etmeden, pişmanlık duymadan yaşamayı becerebilirim. Eğer istersem! Beni ben yapan bu duyguları istememe ve onları yenileri ile değiştirme hakkına sahibim. Böylece sağlığımın sorumluluğunu ele almış olurum. Aksi takdirde başkalarına veya kendime duyduğum kızgınlık bedenimi yavaş yavaş tüketecektir. Neden isteyeyim ki böyle bir şeyi? Hayata bunun için gelmedim ben.

Uzun zamandır garip bir ağrım vardı; sağ ayağımın üç numaralı parmağının kök kısmında. Ağrıyı uzun süreli yürüyüşlerde veya yoga yaptığım zamanlarda kuvvetli bir şekilde hissetmeme rağmen geçtiğimiz haftaya kadar nedense kabullenmiştim. Ağrı, yoga, yürüyüş ve ben. Dört yapraklı yonca misali mutluyduk. Reiki hakkında öğrenmek istediklerimi nihayet uygulamaya sokmuştum ve yaklaşık iki buçuk aydır bu konuda çok değer verdiğim hocamdan eğitimler almaktaydım. İlk heves hemen hemen her şeye uygulama yapıyordum. Ağrıyan ayağım dışında. Ta ki geçtiğimiz hafta “Benim bu ağrıyı geçirecek becerim ve inancım var neden kendime uygulamıyorum ki? ”diyene kadar. Ve uzun bir süredir ilk defa kendime uygulama yaptım. Hocamla bunu paylaştığımda “Bu gerçekten harika ve beklediğim bir şeydi; zamanı gelmişti” dedi. Ben ilk önce bir şey anlamadım. Sonrasında bu ayak ağrısının aslında sadece basit bir ağrı değil; uzun süredir küllendirdiğim bir üzüntümü temsil ettiğini keşfettim. Arkası çorap söküğü gibi geldi. Kendimle yüzleştim, sorunumu gördüm. Sorunumun ardında yatan kızgınlıklarımı ve korkumu gördüm. Varlığını bile anlayamadığım pişmanlıklarımı bulup çıkardım tozlu raflardan. Oysa ben hiç düşünmüyordum bu sorunum hakkında ve kendimce düşünmediğim için de yok olmuştu. Çözmüştüm onu. Oysa öyle değilmiş. Hala içimde bir rafta durmaktaymış. Üzerini öyle toz kaplamış ki göremiyormuşum. Bu konu hakkındaki üstünü örtüp en altlara sakladığım suçluluk duygum, kızgınlığım, pişmanlığım; hepsi bir olup sağ ayağımın üçüncü parmak kökünü cezalandırmışlardı.

Kendime ilgi göstermeye ve kendimi iyileştirmeye karar verdiğimde, ağrının temsil ettiklerinden kurtulmam gereken zaman gelmişti. Olsun geç oldu ama temiz oldu. Şimdi ben bu ağrıya teşekkür borçluyum. Uzun süre inat edip kendini nihayetinde bana kabul ettirdiği için. Onu kabul ettiğimde içimi görebildim. Yerleştirdiğim sıkıntı ve çer-çöpü temizledim. Ağrımı sevinçle yolcu ettim ardından da bir damla su bile dökmedim. 

Hayata göz açtığımız andan itibaren bize sunulan kalıp ve modellerle yaşayarak hastalıkları, sıkıntıları, üzüntüleri hayatımıza davet ettiysek eğer; çıkış kapısını göstermek de bizim elimizdedir.

Çıkışı gösteren yol hep aydınlık olsun, sevgiyle kalın,

Sy


2 yorum :

  1. Selcan Hanım,
    Bilgi ve Tecrübelerinizi bizimle paylaştığınız için çok teşekkür ederim.Saygı ve Sevgilerimle...

    YanıtlaSil
  2. Ben teşekkür ederim. Sevgilerimle

    YanıtlaSil