5 Aralık 2011 Pazartesi

Hiçbir şeyi kişisel algılamayın.


Akşam yemekten sonra sofrayı topladım, bulaşıkları makineye yerleştirdim. Tencerede kalan yemekleri küçük kaplara boşalttım ve ağızlarını kapatmak üzere streç folyoyu aldım elime. Sonrasında ani bir sıcak dalgası yükseldi, sırtımdan terler boşalmaya başladı. Kafamın içinde bir şeyler fokurdamaya başladı. Kendimi yanardağ gibi hissettim. Beni bu hale sokan ve bir anda çıldırtan olay ise folyonun noktalı kopma çizgisinden değil de anlamsız bir yerden yamuk olarak kopartılmış olmasıydı. Benden önce kullanan kişi; öylesine özensiz bir şekilde parçalarcasına kullanmıştı ki; yamuk olarak kopartıldığı yetmiyormuş gibi bir de üstteki kısmın haricinde, alttan da kullanılmış ve çektiğiniz anda yamuk yumuk ve normalde olması gereken genişlikte değil de ince bir kat folyo haline gelmişti. Dar ve anlamsız olmuştu. Folyo gitgide daha da çirkin, özensiz ve kullanılamaz hale geliyordu.

Kendime gelmem ise kendi ses tonumun yüksekliği ile oldu: “ Bana ne kastınız var sizin? Ben bir gün böyle bıraktım mı bu folyoyu? Sizden sonra kullanan kimse olmayacak mı? Bu sizin özel folyonuz ise alın bunu benim mutfağımdan! Nedir benim her akşam ki bu çilem? Ben insan değil miyim? Niye beni sinirlendiriyorsunuz? Benim sizin bozup mundar ettiğiniz bu folyoyu kullanmamı nasıl beklersiniz? Sanki benim bu folyoyu düzeltmekten başka işim yok?” Etrafıma şöyle bir baktım, soluk almak için bağırmayı kestiğimde. Mutfakta yalnızdım. Masa ve sandalyelere bağırıyordum. Köşeye oturmuş ve gözlerini kocaman kocaman açarak bana bakan kedime takıldı gözlerim. Gözlerinde “ Manyak mısın sahip?” bakışı yakaladım. Utandım. Sustum. Etrafı dinledim. Aşağı kattan heyecanlı erkek konuşmaları geliyordu. Kulak kabarttım. Oğlumla eşim bir bisiklet yarışı videosu seyrediyorlardı ve “Off nasıl tırmandı yokuşu gördün mü baba? Heh he aynı ben!” diye neşeli bir sohbet de mevcuttu. Dolayısıyla benim bağırtılarımı duymamışlardı. Rahatladığımı hissettim.

İşimi bıraktım, ellerimi yıkadım ve kendime bir kahve yaptım. Masaya kedimi görecek şekilde konuşlandım. Gözlerimi diktim ve sordum: ”Sence benim neyim var?” Cevap olarak şöyle bir gerindi ve esnedi, yüzüme baktı. “Gergin olduğumu ima ediyorsan bunun farkındayım zaten. Peki, niye gerginim ben?” İkinci kez gerindi, yerinden kalktı ve bana bakmadan ağır adımlarla mutfağı terk etti ve beni yalnız bıraktı. Mesajı almıştım bu tüy yumağından. Ben de kendime döndüm ve “Neyim var benim? Neden böyle anlamsız bir patlama yaşadım acaba?” diye kendime soru sordum. Uzun zamandır kişisel gelişim yolunda sayısız adımlar atmaktayım. Her şeyi araştırıp kendimi geliştirmeye, kendimi tanımaya, beğenmediğim yanlarımı kabullenmeye, hatasız olmadığımı idrak etmeye, kendimden memnun olmaya ve hayattan zevk almaya çalışıyorum. Oysa bu akşam 20 santimlik bir streç folyo bana haddimi bildirmişti. Neden ben her şeyi kişiselleştiriyorum? Evet kişiselleştiriyorum. Folyonun kullanımının benim standartlarımda olmadığını fark ettiğimde bunun bana yapılmış bir komplo olduğunu zannediyorum. Gerçekten tüy yumağım bana ‘manyak mısın sahip’ diye bakmakta haklıymış. Niye her şey benimle ilgili olmak zorunda olsun ki. Belki kullanan kişinin bir eli işte bir gözü oynaştaydı o an; belki kafası dalgındı; belki gözü tırtıklı yerini fark etmemişti; belki de folyo çoktandır o durumdaydı ve o kişi de zorlanmıştı kullanırken.

Eğer hayatımızda her şeyi “kendimizle alakalı” algılar isek, savunmaya geçeriz. Kendi tepkilerimizi verirken, karşımızdakinin tepkilerini hesaba katmadan, pireyi deve yapmaya başlarız. Çok önemsiz bir konu bir anda kavgaya dönüşür. Kavganın sonucunda ise haklı çıkmak ihtiyacı belirir. Herkes haklı çıkmak ister ve fikirlerini dayatmaya başlar. Bu bencilliğin bir türüdür aslında. Olayları niye kişiselleştiririz? O kadar önemliyim ki her şey benimle alakalı diye hissederiz de ondan. Her şeyin odak noktasında ben varım diye düşünürüz çünkü her şey bizim başımıza gelmektedir; önemli insanız ya. Sonuç olarak benim bakış açım benim için kişiseldir; sizin ki de sizin için kişiseldir. Bunu kabul edersem söylenen ya da yapılanlara aldırmam çünkü kişisel algılamam. Böylece önemli ya da önemsiz hiçbir şey için acı çekmem, kırılmam, sinirlenmem, üzülmem, kıskanmam. Başkalarının söyledikleri ya da yaptıkları benim için kıstas olmaktan çıkar. Kendi seçimlerimi, kendi davranışlarımı, kendi duygularımı seçerim ve uygularım. Olayları kişisel algılamaktan vazgeçmek bana insanları oldukları gibi görebilme ve kabul edebilme becerisini de kazandırır. Özgüvenimi kazanırım.

O sırada tüy yumağımı mutfak kapısında görüyorum. "Gel gel diyorum; bu akşamdan çıkardığım ders; eğer iki adet folyo alırsam biri benim olur, diğeri de onların. Böylece sinirlenmeme gerek kalmaz!" Ağzını açıp şöyle bir esniyor ve başını sağa sola sallıyor. "Benim sahibim böyle bir sonuca varmış olamaz" der gibi bakıyor ve gitmek için arkasını dönüyor. "Şaka balım" diyorum, kucağıma alıp yanaklarını mıncıklarken kulağına: "Hiçbir şeyi kişisel algılamamaya karar veriyorum çünkü sadece kendi davranış ve düşüncelerimden sorumluyum tamam mı" diye fısıldıyorum. Yanağıma sürtünüyor ve "harikasın" dermiş gibi yüzüme bakıyor.

Sevgiyle ve iç huzurunuzla kalın,

Sy


Hiç yorum yok :

Yorum Gönder