26 Aralık 2011 Pazartesi

Beklentiler ilginçtir…


O kadar çok beklentimiz var ki! Her saniye yeni yeni beklentiler yaratıyoruz. Ekliyoruz birbirine zincir yapıyoruz. Sonra da bekliyoruz, hayatımıza gelip girsinler; bizi mutlu etsinler.

Beklentilerimizi arzu, istek, öfke, hırs gibi duygularla harmanlıyoruz. Hamur keki gibi çırpıyoruz. Mikserin hızı kimi zaman öfkemizle, kimi zaman da arzularımızla coşuyor. İçine iyice kabarsın kıvamı güzel olsun diye “dua” ekliyoruz. Atıyoruz fırına. Kekin maksimum pişme süresi 40 dakika. Bekliyoruz, bekliyoruz, bekliyoruz. İyi de kabarmadı bir türlü, pişmedi. Kek yerine biz kabarmaya başlıyoruz. Kabarıyoruz, kabarıyoruz, kabarıyoruz.

Çocukluğumuzda biz mutlu olmayı beklerken, ebeveynlerimiz bizden uslu, akıllı, başarılı çocuklar olmamızı bekliyorlar. Büyüyoruz her şey istediğimiz gibi olsun demeye başlarken, yan taraftan “Hayır, hayır öyle değil, böyle!” nidaları yükselmeye başlıyor. Böyle değil, öyle olmamızı bekliyorlar. Oysa biz böyleyi bekliyoruz. Evlenmeye ve kendi hayat arkadaşımızı seçmeye karar verdiğimizde ise; ömür boyu sürecek bir mutluluk bekliyoruz. Ebeveynlerimiz ise bizim seçimimizi beğenmedikleri ve beklentileri karşılanmadığı için zorluklar çıkarıyor. Ömür boyu sürecek mutluluğumuza yol alırken garip pürüzlerle uğraşıyoruz. İş hayatından çok para bekliyoruz; oysa işverenlerimiz de az maaş, az masraf ve yüksek kar bekliyor. Saygı görmeyi ve aranılmayı bekliyoruz; karşı taraf da bunları kendisi için bekliyor. Daha iyi bir yaşam, bolluk ve bereket bekliyoruz; karşı taraf da sahip olmamızı ve onlarla her şeyi paylaşmamızı bekliyor. Biz ebeveyn oluyoruz devir daim gerçekleşiyor, çocuklarımızdan başarılı, uslu ve akıllı olmalarını bekliyoruz; onlarsa hayattan mutluluk ve özgürlük bekliyor. Ve liste zaman tüneline giriyor, çıkıyor; paralel evrenlere geçiyor, geri geliyor ancak hep aynı kalıyor. Oysa biz farklı olmasını bekliyoruz. Sanki bir deja vu oluyor hayat!

İstiyoruz, yaratıyoruz ve bekliyoruz. Dua edip yakarıyoruz, istek ve arzularımızı dile getiriyoruz. Bekliyoruz. Yardım gelecektir düşüncesiyle hareket etmekte ve beklemekteyiz. Olmayınca öfkelenip hırslanıyoruz. Neden? Neden yardımcı olmuyorsun diye yakarıyoruz O’na. Oysa kendimizden ve O’nun bize vermiş olduğu ‘Güç’ten faydalanmayı aklımızın köşesine bile getirmiyoruz. Hep bekliyoruz.

Güç hissini oluşturmalıyız. Öfkemizi dinlemeliyiz çünkü böylece sınırlarımızı, nereye gideceğimizi anlayabiliriz. Arzu ve isteklerimizi ayrıştırmayı bilmeliyiz çünkü ancak bu şekilde gerçekte ne istediğimizi net olarak anlayabiliriz. Kendimizi çok iyi anlarsak, hayatı da anlayabiliriz. Çünkü hayat ne anladığınızla eş değer seyretmektedir. Önce ne istediğinizi anlarsanız nasıl yapmanız gerektiğini daha çabuk keşfedersiniz.  Goethe; “Yapabileceğiniz ya da yapabileceğinize inandığınız bir şey varsa harekete geçin. Eylemde, sihir, zarafet ve güç vardır” demiş.

Hayatın içinde şöyle bir durun iki dakika. Kapatın gözlerinizi. Derin bir soluk alın. Boşaltın karmaşayı zihninizden. Düşünün. Beklentileriniz ne? Haydi, alın bir kâğıt bir kalem. Çekilin sakin bir köşeye yapın listenizi. İçinizden gelen her şeyi yazın listeye. Dürüstçe… Beklentilerinizi önem sırasına ve gerçeklik sırasına koyun. Sonra harekete geçin. Dua itici gücünüz olsun; beklentilerinizi gönderdiğiniz posta kutusu değil. Kendinizi yapıcı olarak eleştirmekten korkmayın. “Allah yardımı hak edenlere yardım eder” diye düşünmeyin, ben hak etmiyorum demeyin. Zira hepimiz her şeyi hak ediyoruz. Kendinize gereken önemi verirseniz sizi herkes önemser. O da önemser, hiç kuşkunuz olmasın.

Kendi “Voltran”ınızı oluşturun. Haydi, durmayın haykırın: “ Voltran”,  “Voltran”, “ Voltran”.

Çizgi filmleri seviyorum beni çocukken hissettiğim gücüme kavuşturuyorlar. Bu arada kekiniz pişti alıverin fırından.

Güçlü ve sevgiyle kalın,

Sy



Hiç yorum yok :

Yorum Gönder