13 Aralık 2011 Salı

2011 Hırvatistan Gezisi Bölüm: 2

2011 Hırvatistan Gezisi Bölüm: 2

Kotor’u nasıl anlatsam ki? O kadar etkileyici bir yerdi ki kendimi her an bir şövalye çıkacakmış ve önümde reverans yapacakmış gibi önemli hissettim. Limandan bir kaç dakikalık yürüyüşle eski şehir surlarından içeri giriyorsunuz. Nereden giriş yaparsanız yapın 12. Yüzyıl mimari özelliklerini taşıyan katedralin olduğu yere çıkıyorsunuz. Kotor iyi korunmuş orta çağ şehirlerinden biri. Kendinizi orta çağda yaşıyor gibi hissediyorsunuz. Kotor 1979 yılından bu yana UNESCO Dünya Miras Listesinde. Deniz ürünleri seviyorsanız şahane bir yer, taze ve ucuz.

Arnavutluk’tan transit geçiş yaptık hiç mola vermedik. Korkunç bir sefalet hakimdi her yere. Olabildiğince hızlı ilerledik ve sınırdan çıktığımızda da rahat bir nefes alabildik. Ürkütücü ve aynı zamanda üzücü bir etaptı. Araba kalıntıları, lastikler, kullanılmayan eşyalar, doğal ve büyük bir çöplüktü. İnsan böyle farklı yollardan giderken, ülkeler arası geçişlerde çok farklı manzaralar ile karşılaşıyor ve üzülüyor. Neden bazı yerler; dünyanın her yeri aynı güzelliklere sahip olmasına rağmen;  bütün güzellikten uzak kalıyor? Neden bir yerden geçerken huzur, diğerinden geçerken korku duyuyoruz? Biz insanoğlunun anlamsız hırs ve ele geçirme tutkusu savaşları körüklüyor. Eziyet, sefalet, savaşlardan arta kalanlar. Elimizde sadece bunlar kalıyor gene de akıllanmıyoruz. Garip, insanoğlu git gide mazoşistleşiyor.

Ohrid, Makedonya’nın Arnavutluk sınırında bulunan aynı isimli gölün kıyısında kurulu bir şehir. Ohri'de Osmanlı döneminden kalma 9 cami, 1 de tekke, yaklaşık 40 adette de kilise varmış Osmanlı'dan kalma Safranbolu evlerine benzer evler var. Safranbolu ile kardeş şehir demişlerdi dolaşırken. Çok sayıda Türk yaşıyor burada. Hiç memleketi aramadık anlayacağınız.  Şehir ve Ohri Gölü UNESCO tarafından dünya mirası listesine dahil edilmiş.

Sonrasında ise kardeş ülke Yunanistan ve Kavala ya geldik nihayet. Evden bir önceki durak olduğu için Yunanistan'ı ayrı bir severim. Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın doğum yeri olan bu şehir Osmanlı Devleti döneminde Balkanların en önemli merkezlerinden biriymiş. Kavala şehri girişte bana önce Kuşadası’nı sonra da Bodrum’u hatırlatır. Liman şehridir. Akşamları tavernalar tıklım tıklım dolar. Eğlencesi güzeldir, rakı ve balık eşliğinde. Aslında ben kendimi Yunanistan’dayken çok da yabancı hissetmiyorum. Her şeyleri bize benziyor. Tarihi binaları kiraya vermişler, bu yüzden yıkık dökük. Birçok yeri restore etmeye uğraşıyorlar ama iş işten geçmiş. Bakmayın Atina’ya gittiğinizde tarihi eserlerin korunmasına. Ülkenin her yeri için geçerli değil. Zihniyet farkımız fazla yok. Bariz bir düşmanlık ise hiç yok. Bu hükümetler ve siyasi arena da olması gereken bir süreç. Halklar ve özellikle gençler arasında yok böyle düşünceler. Bir kez olsun Yunanistan’da Türk olduğum için incitilmedim veya kötü bir muameleye maruz kalmadım. Sadece her konakladığımız yerde Türk Kahvesi ve Yunan Kahvesi tartışması yaratırım ve hep açıklarım. Bu kahve Türk Kahvesi, sizin acı diye tarif ettiğiniz ise mırra, Arap kahvesi derim. Sipariş verirken Türk Kahvesi, sizin bildiğiniz adıyla Yunan Kahvesi derim ve her zaman gülüşürüz. Mirasımıza sahip çıkmayı bilmeyen bizleriz; yemeklerden tutun da tarihi anıtlara kadar. Niye sokaktaki garson suçlu olsun ki bu konuda değil mi? “Yemeyenin malını yerler” demiş büyüklerimiz. Yedirenler utansın.

Ve sonrası evim, evim güzel evim. Her zamanki gibi bir motor gezisini de kazasız belasız atlatıp evimize döndük. Şükürler olsun!

Sevgiyle kalın

Sy




Hiç yorum yok :

Yorum Gönder