Hafta sonu dostlarla
beraberdim. Her ailede olduğu gibi onlarında ufak tefek sorunları oluyor. Böyle
sorunlarından birini de bizim yanımızda yaşadılar. Herkese olabilecek
durumlardı bunlar, onlara özel değildi. Ancak o an için tüm dünya durmuştu ve
onlar alabildiğine kişiye özel algılayarak yaşadılar bu durumu. Sorun şuydu; arkadaşımın ağrıları vardı ve
bıktırmıştı bu ağrılar onu. Sonunda uzun araştırmalar sonucunda derdi tespit
edildi ancak belli bir dermanı yoktu. Acıyla baş başa kalacağı durumlar daha
fazlaydı, bitkisel bazı ilaçlar alması gerekiyordu, hareket etmesi gerekiyordu
vs. Dolayısı ile canı sıkkındı. İstiyordu ki bir hap alsın ve sorunu çözülsün,
hemen. Haksız olmadığı noktalar yok da değildi doğrusu. Sürekli acı içinde
olmak ve hareketlerinin kısıtlanıyor olması onun gibi hareketli biri için
oldukça zordu. Sızlanmayı seven bir tip değildir benim dostum, her şeyini
içinde yaşar. Hani “içine ağlar” deriz ya aynen öyledir işte benim arkadaşım.
Böylesi duygular içindeyken her kafadan bir ses çıkmaktaydı ve oldukça yorucu
geçiyordu akşam onun için. Kimse de farkında değildi. Ta ki ‘ Neden ters cevap
veriyorsun ben bunu hak edecek ne yaptım’ diye eşi sesini yükseltene kadar.
Sorulan soruya tam iki kez cevap vermiş ve aynı soruyu iki kez yanıtlamış
olmanın sıkıntısı bir yandan, kısıtlı hareketlerle ve her harekette acıyı
hissederek hizmet etmeye çalışmak öte yandan, bu soru onu tam da can evinden vurmuştu
doğrusu. Görebildim gelecek olan cevabı ve ‘hayır’ dedim içimden. Ama olmadı
geldi o cevap.
”Ne alakası var bu
söylediğinin şimdi? Canım yanıyor ve buna rağmen üstüme geliyorsun?”
“Gelmiyorum sadece
ayıp oluyor sabah gidip akşamın körüne kadar çalışıyorum, bütün gün istediğini
yaparken canın yanmıyor da ben bir şey sorunca mı yanıyor? Allah aşkına
istediğim sadece saygı biraz ya, yeter artık!”
“ Ben mecbur muyum her dakika alttan almaya,
güler yüzlü olmaya, her şeyi idare etmeye? Benim canım yanamaz mı? Benim canım
sıkkın olamaz mı? Ben hasta olamaz mıyım?”
“ Bunlar bana saygısız
olman için geçerli bir sebep değil ama!”
“ Benim sağlığımdan
daha önemli yani sana saygı duyulması?”
“ Senin canın
yanıyorsa söyle birlikte yansın canımız ama ayıp oluyor bu cevapların üzüyor
beni. Kumandayı uzatır mısın şuradan.”
Benim
çocukluğumda da böyle sahneler yaşanırdı bizim evde. Hatta birde şöyle bir
cümle vardı ki asla çıkmazdı hafızamdan. Beklerdim hep hangi tarafın
söyleyeceğini. Her tartışmada kullanılırdı bu cümle: “ Ben Lala Paşa
eğlendirmiyorum, canım çıkıyor benim!” Kim bu paşa? Kim kimi eğlendiriyor? Lala
paşa kim? Eğlence varsa niye kavga var? Ben Lala Paşayı eğlendirmek zorunda
kalacak mıyım acaba? Ben bu paşayı tanıyor muyum? Yıllarca çözemedim bu
soruları, bulamadım cevapları. Bizim evde hep bir Lala Paşa vardı. Ben hiç denk
gelmedim ama tanışık olduğumuz belliydi. Her ne kadar karşılaşıp sohbet
edemesek de Lala Paşa bana bir şey öğretmişti aslında. Ancak zamanla ben
unutmuştum bunu. Birkaç sene önce hatırladım. “Her ne yaşıyorsan anlat, anlat
ki karşındaki de bilsin. Mutlu musun, sağlığın mı bozuk, o anda ne
hissediyorsun, açıkla, net ve dürüstçe.” Bunu öğretmişti bana Lala Paşa, annem ve
babama her misafirliğe geldiğinde…
Arkadaşım eşine gündüz
ki doktor seansını söylemiş olsaydı, eşi kendi problemini göz ardı eder,
arkadaşıma daha şefkatli davranırdı. Yardım ederdi. Şükretmeyi bilseydi başına
gelene, sevinseydi önemli bir derdi olmadığına, korkunç bir hastalığı
olmadığına -evet ilacı yoktu ama öldürücü ya da korkutucu bir hastalığı yoktu- bu kadar sıkıntılı olmazdı tüm gün boyunca,
dolmazdı. Hem verilen ilaçları kullandığı zaman ağrıları hafifleyecek ve
zamanla yok olacaktı… Eşi etrafında olanlara bir parça daha dikkat etseydi,
nasıl olsa evdeyim herkes beni olduğum gibi çekmek zorunda demeseydi, eşinin
acısını fark edebilirdi. En ufak bir
tartışmada erkek egemenliğini ortaya koymasa, eski olaylardan derlemeler
yapmasa, kazanç ve maddiyatı vurgulamasa belki böylesine tepki çekmezdi…
Hayat değişir, bizler
değişiriz ancak farkına varmayız bu değişimin ve akışın. Değişim her zaman
iyiye doğrudur çünkü evrimin gerektirdiği budur. Tersi mümkün değildir.
Değişimin kötüye doğru olmasını seçen, isteyen, düşünen ve oluşturan bizleriz.
Bunu görmemiz değişim hakkındaki düşüncelerimizi değiştirmeye başlamakla mümkün
olur ancak. Bu da bizi değiştirmeye başlayacak olan yegâne olaydır. Daha
duyarlı olalım, daha farkında olalım ve olayları kişiselleştirmeyelim her
bulduğumuz fırsatta.
Hayat dediğimiz, yaşam
dediğimiz şeyler de enerjiden ibarettir. Tıpkı bizlerinde enerjiden oluştuğu
gibi, isimlendirdiğimiz bu kavramlar da enerjilerden oluşmaktadır. Dolayısıyla
enerji olan bir şeyin durağan olmasından söz edilemez; her zaman bir değişim ve
hareket mevcuttur. Hayat değişiyorsa, yaşam akıyorsa o zaman biz niye sabit
kalalım ki? Bizlerde değişebiliriz değil mi?
Sevgiyle kalın,
Sy
Lala Paşa hemen hemen her eve konuk olan ve eğlendirilmeyi pek seven bir paşa olduğu kesin..Zira benim çocukluğumdada annemin dilinden hiç düşmezdi.Belkide anneler ve beyler pek eğlenceli olmadığı için sürekli mutsuz bu paşa.Herhalde sorun paşada değil:)
YanıtlaSilsevgiler
Sulhan