Ne çok şeyi arzularız
hiç durup düşündünüz mü? Para, güç, araba, mutluluk, gençlik, aşk, dondurma,
mevsimsiz erik, ev, bahçeli ev, akıllı ev, diploma, diri göğüsler, kırışıksız
bir ten, çocuk sahibi olmak, seyahat etmek, patron olmak…
Hep bir şeylere sahip
olmayı arzularız. Bunu yaparken ya hiç sahip olamadığımızı isteriz ya da
elimizde var olandan fazlasını. Çoğu zaman ‘hep benim olsun, her şey benim
olsun’ deriz. İsteklerimiz olmaya başladıkça gönlümüz başka bir arzuya kaymaya
başlar. Elimizdekini bir başkasıyla değiştirmek isteriz yerine daha farklısını
koymaya çabalarız. Çünkü tatmin olmuşuzdur. Ya da tatminsiz bir durumda
dolanırız. Sonu gelmez sanki bu arzularımızın. Peki, gelmeli mi? Son bulmalı mı
arzularımız?
Gözümüzün gördüğü ve
odağımıza takılan her nesnenin ya da insanın sahip olduklarını arzulamaya
başlarız. Genç bir kadın bir yuvayı sona erdirebilir farkına varmadan ya da
genç bir erkek. Elde var olanı yenisiyle değiştirmek gelir içimizden. Ya da
yoksa eğer bizde hemen bir tane edinivermek. Gıcır gıcır bir araba gördüğümüzde
son sürat giden ‘bana da ‘ deriz otomatikman. Vitrinlerde bütün görkemiyle dizilmiş
olan giysiler, aksesuarlar gözümüze girdiği anda alma dürtüsü oluşmaya başlar.
Arzularımız kıpır kıpır dolaşırız sağda solda.
Önce bakarız ve
görürüz. Odaklanırız ve algılarız baktığımızı. Deneriz giysileri, takıları,
çantaları, arabaları; elimizle dokunuruz ve okşarız. Sonra sahip olma güdümüz
harekete geçer. Düşünmeye başlarız ve sürekli bize ait olmasını isteriz
baktığımızın, ellediğimizin. Böylece ‘ben bunu istiyorum’ düşüncesi yerleşir
zihnimizin odalarına. ‘Ben’; ‘Sen’; ‘Siz’ oluşmaya başlar. Bana göre işte tam
bu noktada yapılması gereken arzuladığımızın
farkında olmaktır.
‘Bu arabaya mutlaka
sahip olmalıyım’ düşüncesi zorlayıcı olmaya başladığı an bize haz verecek bir
arzudan, ıstırap veren bir arzuya dönüşmeye başlar. Arzuluyorum ve sahip olmalıyım birlikteliği
işin içine zorlayıcı kalıplar olan ‘meli- malı’ları apar topar taşıyıp getirir
ve zihnimizin kapısının içine, girişe yığmaya başlar. Adım atacak yerimiz
kalmaz. Belki de yapmamız gereken arzularımızın altında yatanı bulmaktır,
anlamaktır. Bana ‘ben’i yetersiz bulmak olarak gözüküyor bunun altında yatan.
Başkasının sahip olduğu
güç, maddiyat, mevki eğer bende yoksa bunları arzulamaya başlıyorum çünkü
bunlar bana yetersiz ve başarısız olduğumu gösteriyor. Karşımdaki kadın aşırı
güzel ve bakımlıysa bende öyle olmayı arzuluyorum çünkü kendimi çirkin ve yaşlı
hissediyorum. Karşımdaki insanın eşi son derece başarılı ve yakışıklıysa
kendimi aciz hissediyorum çünkü beni almazdı eş olarak o adam. Böylece kendimi
kısıtlamaya ve zorlamaya başlıyorum arzularımın dürtüsüyle. Bu duruma gelmemek için arzularımızı anlamaya
çalışmalıyız, seçip yakıştırmadan önce, kendimizi arzuya mahkum etmeden önce.
Kısacası farkında olmalıyız arzularımızın…
Neden daha fazla zengin
olmak istiyoruz? Neden daha fazla mutlu olmak istiyoruz? Neden ünlü olmak
istiyoruz? Neden daha fazla mükemmel olmak istiyoruz? Neden? Yalnız kalmaktan
mı korkuyoruz? Başarısız olmaktan mı korkuyoruz? Sevilmemekten mi korkuyoruz? Kabul
görmemekten mi korkuyoruz? Neden korkuyoruz?
Arzu duymak
yaşadığımızın hayatta olduğumuzun göstergesidir ancak arzularımızı
gerçekleştirebilmek için hayatla savaşarak ya da gerçekleştiremediğimiz
takdirde kendimize kızarak ve öfkelenerek yaşamı vasatlaştırmanın da bir
zorunluluk olduğunu sanmıyorum. Bırakalım arzularımız oluşsun ancak
zorlamayalım; izleyelim ve anlayalım
neyi arzuladığımızı. Böylece arzumuzu çarpıtmamış ya da bastırmamış oluruz ve
arzularımız bize yolu açar. Kontrol etmeye çalıştığımız ya da kalıplara soktuğumuz
arzularımız değildir. Bastırdığımız ve yok etmeye çalıştığımız arzularımız
değildir. Kendi kendimizi yok etmeye, bastırmaya, çarpıtmaya ve kalıplara
sokmaya çalışıyoruz. Bu kadar basittir.
Arzuyla ve sevgiyle
kalın,
Sy
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder