22 Mayıs 2012 Salı

Arzulamanın sınırı yok ki! Var mı?


Ne çok şeyi arzularız hiç durup düşündünüz mü? Para, güç, araba, mutluluk, gençlik, aşk, dondurma, mevsimsiz erik, ev, bahçeli ev, akıllı ev, diploma, diri göğüsler, kırışıksız bir ten, çocuk sahibi olmak, seyahat etmek, patron olmak…

Hep bir şeylere sahip olmayı arzularız. Bunu yaparken ya hiç sahip olamadığımızı isteriz ya da elimizde var olandan fazlasını. Çoğu zaman ‘hep benim olsun, her şey benim olsun’ deriz. İsteklerimiz olmaya başladıkça gönlümüz başka bir arzuya kaymaya başlar. Elimizdekini bir başkasıyla değiştirmek isteriz yerine daha farklısını koymaya çabalarız. Çünkü tatmin olmuşuzdur. Ya da tatminsiz bir durumda dolanırız. Sonu gelmez sanki bu arzularımızın. Peki, gelmeli mi? Son bulmalı mı arzularımız?

Gözümüzün gördüğü ve odağımıza takılan her nesnenin ya da insanın sahip olduklarını arzulamaya başlarız. Genç bir kadın bir yuvayı sona erdirebilir farkına varmadan ya da genç bir erkek. Elde var olanı yenisiyle değiştirmek gelir içimizden. Ya da yoksa eğer bizde hemen bir tane edinivermek. Gıcır gıcır bir araba gördüğümüzde son sürat giden ‘bana da ‘ deriz otomatikman. Vitrinlerde bütün görkemiyle dizilmiş olan giysiler, aksesuarlar gözümüze girdiği anda alma dürtüsü oluşmaya başlar. Arzularımız kıpır kıpır dolaşırız sağda solda.

Önce bakarız ve görürüz. Odaklanırız ve algılarız baktığımızı. Deneriz giysileri, takıları, çantaları, arabaları; elimizle dokunuruz ve okşarız. Sonra sahip olma güdümüz harekete geçer. Düşünmeye başlarız ve sürekli bize ait olmasını isteriz baktığımızın, ellediğimizin. Böylece ‘ben bunu istiyorum’ düşüncesi yerleşir zihnimizin odalarına. ‘Ben’; ‘Sen’; ‘Siz’ oluşmaya başlar. Bana göre işte tam bu noktada yapılması gereken arzuladığımızın farkında olmaktır.

‘Bu arabaya mutlaka sahip olmalıyım’ düşüncesi zorlayıcı olmaya başladığı an bize haz verecek bir arzudan, ıstırap veren bir arzuya dönüşmeye başlar.  Arzuluyorum ve sahip olmalıyım birlikteliği işin içine zorlayıcı kalıplar olan ‘meli- malı’ları apar topar taşıyıp getirir ve zihnimizin kapısının içine, girişe yığmaya başlar. Adım atacak yerimiz kalmaz. Belki de yapmamız gereken arzularımızın altında yatanı bulmaktır, anlamaktır. Bana ‘ben’i yetersiz bulmak olarak gözüküyor bunun altında yatan.

Başkasının sahip olduğu güç, maddiyat, mevki eğer bende yoksa bunları arzulamaya başlıyorum çünkü bunlar bana yetersiz ve başarısız olduğumu gösteriyor. Karşımdaki kadın aşırı güzel ve bakımlıysa bende öyle olmayı arzuluyorum çünkü kendimi çirkin ve yaşlı hissediyorum. Karşımdaki insanın eşi son derece başarılı ve yakışıklıysa kendimi aciz hissediyorum çünkü beni almazdı eş olarak o adam. Böylece kendimi kısıtlamaya ve zorlamaya başlıyorum arzularımın dürtüsüyle. Bu duruma gelmemek için arzularımızı anlamaya çalışmalıyız, seçip yakıştırmadan önce, kendimizi arzuya mahkum etmeden önce. Kısacası farkında olmalıyız arzularımızın…

Neden daha fazla zengin olmak istiyoruz? Neden daha fazla mutlu olmak istiyoruz? Neden ünlü olmak istiyoruz? Neden daha fazla mükemmel olmak istiyoruz? Neden? Yalnız kalmaktan mı korkuyoruz? Başarısız olmaktan mı korkuyoruz? Sevilmemekten mi korkuyoruz? Kabul görmemekten mi korkuyoruz? Neden korkuyoruz?

Arzu duymak yaşadığımızın hayatta olduğumuzun göstergesidir ancak arzularımızı gerçekleştirebilmek için hayatla savaşarak ya da gerçekleştiremediğimiz takdirde kendimize kızarak ve öfkelenerek yaşamı vasatlaştırmanın da bir zorunluluk olduğunu sanmıyorum. Bırakalım arzularımız oluşsun ancak zorlamayalım;  izleyelim ve anlayalım neyi arzuladığımızı. Böylece arzumuzu çarpıtmamış ya da bastırmamış oluruz ve arzularımız bize yolu açar. Kontrol etmeye çalıştığımız ya da kalıplara soktuğumuz arzularımız değildir. Bastırdığımız ve yok etmeye çalıştığımız arzularımız değildir. Kendi kendimizi yok etmeye, bastırmaya, çarpıtmaya ve kalıplara sokmaya çalışıyoruz. Bu kadar basittir.

Arzuyla ve sevgiyle kalın,

Sy

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder