Ben on iki, on üç
yaşlarındayken üst katımızda oturan bir karı koca vardı. Her cumartesi müthiş
bir kavga ederlerdi. Bağırır, çağırırlar, ne var ne yok kırarlar; sonra ikisi
birden süslenip el ele gezmeye giderlerdi. Rastladıkları herkese gülümseyerek
apartmandan çıkarlardı. Bu ritüel pazar günü de eksiksiz tekrarlanırdı. Duvarlar
kağıt gibi ince olurdu eski evlerde ve her şeyi rahatlıkla duyardınız. Çocuk
aklı işte; çanak tabak kırılma sesi duyunca merakla izlerdim bir köşeden onlar
apartmandan çıkarken. Hangisinin kafası yarılmış acaba diye. Ben hayretler
içinde kalırdım çünkü ikisi de çok şık giyinirler ve birbirlerini öperek
arabalarına binerlerdi. Hiçbir yerlerinde de yara izi yoktu.
Daha sonraki yıllarda
oturduğumuz apartmanda ise gece sessizlikte telefon çaldığında herkes yatağında
şöyle bir kulak kabartırdı, kalkmadan önce. Komşuda mı çalıyordu, bizim evde
mi? O senelerde yatak odalarında televizyon ve DVD olması çok popülerdi, parayı
ve lüksü simgelerdi. DVD dediğime bakmayın hepsi kopya CD idi. O devirlerde
nişanlaydım ve evimde her odaya televizyon koyacağımı hayal ederdim. Salona ve
yatak odasına da DVD. Annem derhal olaya el koymuştu: “ Bak kızım salona koy
ancak yatak odana koyma orası olabildiğince sessiz olsun. Çünkü yatak odasında
DVD oynattığında sesler filmden mi geliyor sizden mi kimseye dert anlatamaz
bütün apartmanın diline düşersin maazallah! Kapı kapı dolaşıp bizim yatak
odamızda da DVD var diye anlatacak halin yok herhalde” diye eklemişti. Ben de kalakalmıştım,
sönen hayallerimle.
Oğlum on üç ya da on
dört yaşlarındayken, İngilizce sınavlarına hazırlansın diye ona bilgisayar
setleri almıştık ve bir gün onları dinleyerek ders çalışıyordu. O zamanlar bir
sitede oturuyorduk ve çok havalı kapı telefonlarımız vardı. Daireler arasında
da görüşebiliyordunuz bu telefonlarla. Günümüzde işin suyunu çıkardılar artık ya
hadi neyse. O devirler için havalıydı doğrusu. Kapı telefonu çaldı ve arayan
yan dairemizde oturan komşumuzun babasıydı. “ Kızım nasıl evlat
yetiştiriyorsunuz, sessiz olmayı öğretemediniz mi?” dedi ve ekledi “ Ben
öğleden sonraları şekerleme yaparım, odadan gürültü geliyor, sustur çocuğunu!”
diyerek telefonu suratıma kapatıverdi. Daha sonra tekrar telefon çaldı ve bu
sefer site müdürlüğünden aranıyordum. “Hakkınızda şikayet var, lütfen gürültü
yapmayın!” dediler ve onlar da telefonu kapattılar.
Bazen dostlarım
seyahatlere çıkarlar ve bir yerleri gezerken mesaj atarlar bana. Mesajlarında
memleket sevgisi ve hasreti hissedersiniz. Ben de duruma uygun mesaj yollar araya
bir iki espri sıkıştırıveririm. “ Ne demek şimdi bu?” diye cevap gelir aniden.
Açıklama yaparım ve espriyi algılayınca da “ Yaşa sen!” derler.
Bir dostum var
ailesinden kalan ve çocukluğunun geçtiği evini bir vakfa bağışlamış.
Anlattığına göre evin bahçesinde çeşitli asırlık ağaçlar varmış. Evin dışında
ise yol boyu evi çevreleyecek şeklide dikilmiş olan meyve ağaçları; portakal,
mandalina, limon. Bahçeden sokağa baktığımda dışarısı rengarenk görünürdü diye
anlatırdı. Ailesi vefat edince o mülkü bir vakfa çocuk evi olarak kullanılmak
üzere bağışlamışlar. Bağışı yaparken de
ağaçları korumaya aldırıp, kesilmemesini şart koşmuşlar. Geçenlerde bir telefon
almış o yuvanın müdüriyetinden. “Bahçedeki ağacın kesilmesine karar verdik
çocuklar için tehlike oluşturuyor, sizi de haberdar ediyoruz” demişler. Dostum
hemen memleketindeki bir yakınından gidip görüşmesini ve o ağaçların koruma
altında olduğunun müdür beye izah edilmesini istemiş. Kendisi de belediyeyi
arayarak ağaca bakım yapılmasını, budanmasını ve kesilmemesi için o yuvaya
uyarı verilmesini rica etmiş. Aracı olarak gönderdiği yakını telefon edip
kendisini bilgilendirmiş. Evin dışındaki tüm meyve ağaçlarının kesilmiş
olduğunu, bahçe içinde ise iki tane asırlık ağaç dışında başka hiçbir ağaç
kalmamış olduğunu, oraların artık çorak arazi gibi göründüğünü ekleyerek üzüntülerini
dile getirmiş. Ağlayarak anlattı bana, onunla birlikte ben de kahroldum. Benim
dışında paylaşımda bulunduğu birkaç kişinin “ Fokları da öldürüyorlar, alt
tarafı bir ağaç üzülme bu kadar “ dediğini de ekleyince; birlikte kahrolduk
sonrasında.
Komik bir olay yaşayan ya da çok
sevinçli bir olay yaşayan ya da duygusal bir an içinde kalan dostlarımı
bilirim. Bunları başkalarıyla paylaştıklarında aynı iltifatı, aynı anlayışı,
aynı hisleri paylaşmayı beklerler. Ara sıra ben de yaşarım bu garip ikilemi, o
yüzden bilirim nasıl şaşkınlık anları veya kızgınlık anları yaşanır sonrasında.
O anlarda yaşanan duygular o anlara ve yaşayanlara özeldir çünkü. O anlarda
olanları aktardığınızda ise beklentileriniz karşılanmaz. O an ve olayları
aktardıklarında karşılarındaki kişiler aynı şeyleri hissetmeyip baştan savma
cevaplar verince üzülürler. Yeni bir iş bulmak, yeni bir yemek yapmayı öğrenmek,
başarılı bir sınav veya proje vermek, yeni çıkan filmi çok beğenmek, saçınızın
rengini ve modelini değiştirmek, o andaki şarkıdan çok hoşlanmak; bu duyguları
da daha sonra farklı bir zamanda başkalarıyla paylaşmak. O anın içinde birlikte
olan kişiler dahi farklı duygular hissedebiliyorken belli bir olayın içinde;
daha sonra aktarımda bulunulduğunda; aynı heyecanı diğerlerinden beklemek ne
kadar mantıklı olabilir ki?
Bunları niye anlattım,
nerelerden çıkıp geldi bu değişik zamanlara ait anılarım bilemiyorum. Vardır
bir hikmeti mutlaka. Ancak başlık bulamadım nedense. Bu seferde içinizden
gelirse siz başlık koyuverin bu yazıya.
Sevgiyle kalın,
Sy
Olaylara bakış açısının kişilere göre değişebildiğini öyle güzel ifade etmişsinizki hayran olmamak mümkün değil.Yan komşudan gelen sesler bir diğerinin nasıl algıladığı ile ilgili olabiliyorsa,bir başkasını üzen veya mutlu eden şeyde karşı tarafın algılayışı ile aynı orantıda olabiliyor.Dostunuzu derinden üzen atalarını ve çocukluğunu anımsatan ağacın kesilmesine olan üzüntüsü ,bu hislere tamamen uzak birine hiç bir şey ifade etmemesi gibi.Bir yaşayan bir de sadece dinlemiş olmak için dinleyen olunca aynı duyguları paylaşmak pek zor.Her yazınızda bizlerle paylaştığınız duygular inanın her yüreğe farklı dokunuyor..Ellerinize sağlık..
YanıtlaSilteşekkür ederim, okuduğunuz ve yorumladığınız için:))
YanıtlaSil