Bir şeyi “çok iyi” yapmak gerektiğine şartlandırırız kendimizi her zaman. Böyle yapınca da elimizde olmadan; neler başarabiliriz, nerelere kadar gidebiliriz bilemeyiz; kendimize sınır koymuş oluruz. Hem de hiç farkına varmadan. Hâlbuki bir şeyi “çok iyi“ yapabilmek için “kötü” yapabilme lüksümüz de olmalı. Olmalı ki kendimizin nerelere kadar gideceğine şahit olabilelim.
Her kısıtlama bizde sıkıştırılmış olma hissi yaratır ve mutsuz olmaya başlarız. Kendimizi kapana kıstırılmış hissederiz. Böyle hissettikçe de kendimize koyduğumuz sınırlar git gide artmaya başlar. Kendimizi boş bir alanda düşünelim ve aniden kendimizi bir daire içine aldığımızı farz edelim. Dairenin ortasında dururken, etrafımız kalabalıklaşmaya başlar ve onların sayısı arttıkça, ellerinde olmadan, bizim kendimize çizdiğimiz dairenin sınırlarına kadar gelmeye başlarlar. Yaklaşırlar, yaklaşırlar ve onlar yaklaştıkça biz gayri ihtiyari dairemizi daraltırız, daraltırız… İşte bu etrafımızdaki insanlar düşüncelerimiz olsun şimdi. Onların sayısı arttıkça kafamızın içinde yer azalmaya başlar ve yapmakta olduğumuz işe olan ilgimizi kısıtlamak zorunda kalırız. Sizce de öyle değil mi?
“Ben yapamam zaten; korkarım; param yetmez; yaşım genç değil artık; kendime yediremem bu saatten sonra…”
Olumsuz düşündükçe kendimize koyduğumuz şartlanmalar, kısıtlamalar artar ve başarı bizden uzaklaşır. Hâlbuki elimizdeki iş ne olursa olsun, kötü yapabilme hakkımız olduğunu ve bunun bize bir getirisi olabileceğini düşünür ve risk alıyorum dersek; seçeneklerimiz artacaktır. Farklı şeyleri de deneme yoluna gidebiliriz böylece. Başka seçeneklerimiz olduğunu da fark edebiliriz. Bir yandan kendimizi de geliştirmiş oluruz. Böylece ne ile meşgulsek onun tadını da alabiliriz. Çünkü artık sonuç odaklı bakabilmekteyizdir olaya. Böylece ayrıntılar bizi sıkmamaya başlar ve yaratıcılığımız gelişir. İçinde bulunduğumuz anın kıymetini anlayıp keyfini süreriz.
Benim için risk almak gerekli evet. Sizleri bilemem. Ancak mükemmel olacağım, herkes bana hayran olacak ve kimse beni aptal durumuna düşüremez diyerek “yapay bir ortamda” oksijensiz yaşayamam ben. Varsın alay etsinler, varsın yaptığım iş onlar için harika olmasın, varsın kimse beğenmesin; yaptığım işin o an için beni mutlu etmesi bana yeter de artar bile. Bu hayat inişiyle, çıkışıyla her şeyiyle bana ait olmalı. Neden burada olduğumu bilmeliyim. Ne yaptığımı bilmeliyim. Tecrübe edinmeli, yeri gelince gülmeli, yeri gelince üzülmeliyim. Çünkü ben bir canlıyım, deneyim yaşayan bir canlı… Deneyen, tökezleyen, tekrar kalkıp yoluna devam eden; hayata tutunan ve ondan asla vazgeçmeyen bir canlıyım ben.
Ne doğru, ne yanlış, ne iyi, ne kötü, ne güzel, ne çirkin kime ne? Önemli olan senin ne hissettiğin o doğrunun, o yanlışın, o iyinin, o kötünün, o güzelin, o çirkinin karşısında. Sensin önemli olan ve senin hayatın… Bırakma hayatı, sarıl ona, sev onu, sarıl kendine, sev kendini. Sev her şeyi, karşılıksız sev. Daha da güçlenirsin o taşlı tozlu hayatın yollarında sevdikçe inan…
Sen iyi ve mükemmel hissedersen, çevren de iyi ve mükemmel olur. Zamanla bunu fark edersin ve bunun hazzı hiçbir şeye benzemez. Sen değiştikçe, sen güzelleştikçe ışık saçarsın ve etrafında aynı senin gibi aydınlanır ve güzelleşir. “Bakarsan bağ olur bakmazsan dağ” diye boşuna dememiş atalarımız.
Sen iyileş ki çevrende iyileşsin, sevgiyle ve şifayla kalın.
Sy
Hayatımızın ve kendimizin paha biçilemeyecek kadar değerli olduğunu anlamak bize hata yapma lüksünüde birlikte getiriyor sanırım.Birileri sevsede sevmesede diyebilmek gerek..Öyle güzel paylaşımlarda bulunuyorsunuzki her yazınızda bir kezdaha silkeleniyor insan...Ellerinize yüreğinize sağlık...
YanıtlaSilSevgiler
Sulhan