24 Ocak 2012 Salı

Nevi şahsına münhasır çocuk olmak…

Çocuklarımızı çok seviyoruz.  Hayatımızın önceliklerinde en üst sıraya oturuyorlar. Onlar hayatımıza girdikten sonra hayatımız iki bölüme ayrılıyor;  öncesi ve sonrası. Bazen durup düşünürüm ben oğlum doğmadan önce ne yapardım diye. Öyle aman aman heyecan verici bir şeyler hatırlayamam. Hayat sanki daha bir durağan gibi gelir bana onsuz… Sıradan… Oysa doğumdan sonrası her an her şey yerinden oynayabilir, tüm ayarlamalar değişebilir, tüm planlar iptal olabilir şeklinde daha bir hareketli ve kıpır kıpırdır. Düşünsenize sizi her daim ters köşeye yatırabilecek birine asla kızmaz, kin duymaz ve ondan asla vazgeçemezsiniz. Garip bir hal doğrusu…

Geçen akşam oğlum mezuniyet sonrası iş hayatı hakkında babası ile sohbet ediyordu. Kulak kabarttım, o kadar tatlıydı ki anlatamam size. Heyecanlı, idealist bir “delikanlı”. Bu kelime gerçekten de o yaş grubuna o kadar iyi oturuyor ki; her geçen gün bunu daha iyi algılayabiliyorum. Allah herkesin evladına hayırlı yollar çizsin. Bazen sokakta bir yerlere gidip gelirken gözüm oğlumun yaşıtlarına takılır ve içimde bir gülümseme ile izlerim onları. Her birinde oğlumu görürüm. Kimi zaman bakışlarımız buluşur ve gülerim hafifçe. Onlar ise hafif çatık bir kaş ve “Hayırdır bir şey mi var?” ifadesi ile karşılık verirler. Bazıları ise utangaç ve kimseye çaktırmamaya çalışarak hafifçe kıvırırlar dudaklarını yalandan bir gülümse ile. Sevgili çocuklar her ne kadar “delikanlı” hissetseniz de anneler için hala sevilebilir ve öpülebilir bir yaştasınız bunu unutmayın. Anneleriniz öpmek veya sarılmak için size yanaştığında izin verin onlara. Çünkü dünyaları veriyorsunuz bir sarılmayla ah bir bilseniz…

Çoğu zaman duyarız sağdan soldan “Ay tıpkı babası!”, “Hık demiş amcasının burnundan düşmüş!”, “Aynı teyzesi yürüyüşü bile aynı!”, “Yok canım aynı rahmetli babam sağ ayağı bile hafif içe basıyor baksana!”.  Bu çocuklar hayatlarında kimi zaman dedelerini tanıyamazlar bile; amcalarını veya teyzelerini ara sıra görürler. Hayat şartları ve mesafeler; yaşadığımız şehrin büyüklüğü, akraba ilişkilerini eski zamanlarda olduğu gibi geliştirmemize olanak vermez. Bu yüzden çocuklarımıza taktığımız sıfatlar veya yaptığımız benzetmeler sadece bizim bildiğimiz, hatırladığımız anılardan ibarettir. Çocuklarımız eğer bu davranışları sergiliyorlarsa bu bizim bebeklikten itibaren onlara yaptığımız "koşullandırmalar” sonucu oluyordur. Bunları duyarak büyüyen bir çocuk zamanı gelince bilinçaltından bu kalıpları çıkartır ve kullanmaya başlar. Biz de cıvıldarız ”Ay sanki konuşan dayım rahmetli, nasıl da halli halli şuna bak annem benim yerim ben seni!” Biz cıvıldayınca çocuklarımız da bizi mutlu ettiklerini sanıp aynı tarz davranış ve düşünce kalıplarını sergilemeye devam ederler.

Çocuklarımız birer şahsiyettir, doğdukları andan itibaren hem de. Kendilerine ait bir hayatları olmalıdır, kimseye benzemeyen, herkesten farklı. Kendilerini oluşturmaya başladıklarında bizim garip tepkilerimize maruz kalırlar.  "Katır gibi inatçı ağzına bir kaşık mama veremiyorum, yemek istemiyorsa ağzını açmıyor ya!” Peki, bu çocuk niye katır gibi olsun ki şimdi? Katırın inatçı olduğunu nereden biliyorsunuz peki? Hayvan sadece kendi istediğini yapmaya çabalıyor olamaz mı? Bu çabanın sonucunda bizim istediğimizi yapmıyor diye güzelim hayvana bir sıfat iliştiriveriyoruz. Peki, reva mı bu sıfat çocuğa? Bazen de şu benzetmeyi duyarız sık sık. Banyo zamanıdır, ancak bize göre uygun bir zamandır, çocuğa değil. “Banyoya sokacağım ceylan gibi çevik şuna bak, nasıl da kaçıyor,  yarım saattir razı edemedim; gel buraya bak fena yapacağım şimdi!” Hiç ceylanın korktuğu için çevik olduğunu düşündünüz mü? Bazen sıfatların alt anlamları da olabilir değil mi?

Bırakalım benzetmeleri, sıfatları bir kenara. İzin verelim çocuklarımıza kendileri olsunlar. Onlar sadece kendilerini bulmaya çalışıyorlar. Aslında korkuyoruz çocuklarımızın saflığından, özgüvenlerinden ve başarılarından; o yüzden sıfatlar takıyoruz ve benzetmeye çalışıyoruz akrabaya, eşe, dosta. Ancak öyle emniyette hissedebiliyoruz kendimizi çünkü. Birine benzemeli ki biz de huzur bulabilmeliyiz.Çünkü işin aslı bilmiyoruz nasıl bir duygudur kendimiz olmak. Bilmiyorsak öğrenelim,nasıldır kendin olmak… Yaşamamışsan böyle bir duyguyu bir an önce başla yaşamaya, deneyimlerini oluştur. Her zaman sen örnek olmayacaksın ki çocuğuna, bırak yeri gelmiş o sana örnek olsun. İzin ver…

Hayatın içinde en gerekli olan duyguyu bulur çocuklarımız hem de kendi başlarına. Nevi şahsına münhasır olurlar. Ne mutlu onlara, ne dendiğine aldırmazlar; kendi doğruları vardır. Hata yapmak lüksü tanırlar kendilerine ve öğrenirler. Seçtikleri yolda ilerler ve engel tanımazlar. Ah bir de bize toslamasalar, dolaşmasak ayaklarına ara sıra… Bilmeyince korkarız ve işimize gelmez yapıştırıveririz; “Katır gibi inatçı bu da!” Oysa katır da kendi istediğini yapmak için direnmektedir sadece…

Çocuklarımıza daha çok güvenelim ve izin verelim kendileri olsunlar, sevgiyle kalın.

Sy




1 yorum :

  1. Sevgili Selcan,
    Kendi oğullarımı büyütürken yaşadıklarımı buldum yazında...Gerçektende işin içinden çıkamayınca illaki birilerine benzetme gereği duyuyoruz...Kendileri olabilecekleri mümkün değilmiş gibi...Harika paylaşımın için teşekkürler..
    Sevgiler
    Sulhan

    YanıtlaSil