İş yerine varırız. Birbirinin kuyusunu kazmaya çalışanların, ego savaşı yapanların arasında bir ya da iki arkadaşımız ya vardır ya da yoktur. Evinden suratsız gelen, aile sorunları olan ve bunları ardında bırakamayan üst düzey yöneticilerin kükremeleri arasında günü tamamlarız. Acılar, olumsuzluk, dedikodular, şikâyetler...
Eşini dostunu ararsın veya kapıdan bir uğrarsın. “Başım ağrıyor”, “Bugün sırtım çok ağrıyor”, “Kocamla fena kavga ettik”, “Kız sınavı verememiş”, “Öfff bugün temizlik günü iğrenç!” Listeyi siz uzatın bu sefer… Acılar, olumsuzluk, dedikodular, şikâyetler...
İş yemeği ve toplantılarında iki konu vardır gündemde. Klasiktir inanın. Birincisi herkesin kendi şirketinin ne kadar iyi durumda olduğunu anlatmasıdır. İkincisi de bu kadar iyi olmalarının ne yazık ki bir garantisi olmadığı ve önlerini göremedikleridir çünkü ülke ekonomisi çok değişkendir. Kur artışları, faizler, işten çıkarmalar, batan benzer şirketler… Acılar, olumsuzluk, dedikodular, şikâyetler...
Kuaföre gidersiniz. Amaç kendinizi biraz iyi hissetmektir. Oysa kuaför “Ağlayanlar Kulübü” gibidir. Hemen hemen herkes saçını tarayana, kesene sorunlarını anlatıyordur. Hem de şaşırtıcı bir şekilde sansürsüz, noktasına virgülüne dokunmadan. Arada telefon geliyordur, telefon açan kişinin sorunları doğrultusunda konuşmanın ibresi başka kişi ve problemlere kaysa da; telefon kapatıldıktan sonra kaldıkları yerden ana menüye dönüş yapmaktadırlar. Keza erkeklerin berber faslında da farklı bir görüntü yoktur. Acılar, olumsuzluk, dedikodular, şikâyetler...
Eve usta çağırırsınız herhangi bir servis elemanı gelir. Bozulan malı ne zaman aldığınızdan başlarsınız, ilk kullandığınızla veya komşunuzunkiyle kıyaslarsanız. Hayat pahalılığı ile devam edersiniz, parça değişmesi gerekiyorsa eğer; fiyatını duyduğunuzda artık sizi kimse susturamaz. Sinirleriniz tavan yapar. Usta artık bir an önce gidebilmek için “Ben emir kuluyum” şarkısına başlar. Acılar, olumsuzluk, dedikodular, şikâyetler...
Akşam eve gelirsiniz, yemek masası etrafında toplanırsınız. Gün içinde sorunlar olmuştur, herkes eteğindeki taşları dökmeye başlar. Yemeği yerken konuşmalar devam eder. Okul sorunları, sınav sonuçları, iş sorunları, aile sorunları güldür güldür akar. . Acılar, olumsuzluk, dedikodular, şikâyetler...
Ertesi gün olur, ertesi gün olur, hep aynı film vizyondadır. Çünkü şikâyet etmek iyi hissettiriyor. Herkes şikâyet ettiği için kendimizi kocaman bir ailenin üyesi olarak görüyoruz. Sohbetler, iş hayatımız, ev hayatımız, arkadaş çevremiz, yazılı ve görsel medya bizi ne istediğimize ne istemediğimize dair koşullandırıyor. Aynı iş veya aynı toplum kategorisindeki insanlarla bir araya gelmekten hoşlanıyoruz. Farklı kesimler bizi zorluyor. Aynı çevrelerde kalınca hep aynı hissedenlerle bir arada olabiliyoruz.
Bu kötü değil aslında. Kiminle ve nerede olmak istiyorsanız orada olun. Ama aynı zamanda mutlu hissetmeye, olumlu olmaya da çalışın. Kötü ve negatif olanı; iyi ve pozitif olana dönüştürün. İçinde bulunduğunuz dairenin dışı olduğunu da fark edin. Açıkçası etrafınızda olanlar sizi aşağı çekiyorsa direnin, inmeyin aşağıya. Bunu yaparsanız ne istediğinize daha rahat odaklanabilirsiniz. Odak noktanızı nereye yerleştirirseniz yerleştirin; amaç “iyi” olana ulaşmak olsun. Sizin için, etrafınız için, herkes için.
Sözlerimi ufak bir hikâye ile bitirmek istiyorum. Dairenin dışında kalmayı istemeniz dileği ile sevgiyle kalın.
Sokrates’in tavsiyesi
Bir gün adamın biri “Sana verecek bir haberim var” diyerek Sokrates’e koştu.
Sokrates “Önce sana üç soru sormama izin ver” dedi.
“Tamam, peki” dedi adam.
“Bana vermek üzere olduğun haber kişisel olarak doğruluğunu bildiğin bir haber mi?”
“Eeee, hayır. Ama iyi bir kaynaktan duydum.”
“O zaman ikinci soruya geçelim. Bana vermek istediğin haber kişisel olarak tanıdığın biriyle mi ilgili?”
“Eeee, hayır. Ama sanırım sen onu tanıyorsun.
“O zaman son soruyu soruyorum; bu haber olumlu mu olumsuz mu?”
“Şey, olumsuz.”
“Bir bakalım. Bana kişisel olarak tanımadığın bir insan hakkında kişisel olarak doğruluğunu bilmediğin olumsuz bir haber vermek istiyorsun?” dedi Sokrates.
“Böyle söyleyince kötü duruyor.”
“Sanırım pas geçeceğim,” dedi Sokrates.