5 Haziran 2012 Salı

Hikâyenin ötesi


Hepimizin bir hikâyesi vardır. İyi, güzel, keyifli ya da kötü, çirkin, mutsuz ancak her ne olursa olsun hikâye hikâyedir ve bizimdir. Öyle sahiplenmişizdir ki içinden çıkmaz, çıkamaz orada yaşamaya başlarız bir müddet sonra. Ta ki hikâyenin bize özel değil herkesin ortak malı olduğunu anlayana kadar. Bu gerçek kafamıza dank edince aslında hikâyenin ötesinde de bir yer olduğunu fark ederiz. Oraya doğru giden belli belirsiz bir yol vardır ve biz bu yolu almaya başlarız; içimize doğru, özümüze doğru yolculuk etmeye başlarız sessizce…

Yolculuğumuz birçok noktaya ışık tutar. Açıkça görmeye başlarız hikâyemizin bizi nasıl esir aldığını. Her şeyden korkar ve çekiniriz. Öyle yorgun hissederiz ki yaşam ağır ve sıkıcı gelir. Gene de görmek istemeyiz, yüzleşmek istemeyiz, yürümek istemeyiz bir türlü o hikâyenin altında yatanlara doğru. Erteleriz. Çünkü hikâyeyi iyi tanırız. Hikâyemizin başlangıç, gelişme ve sonuç bölümleri bellidir. Orada kaldığımız sürece hep bildiğimiz şeyler vardır. Hikâye ile bütünleştiğimiz için hikâye olmuşuzdur aslında. Kim olduğumuzu, ne olduğumuzu, ne olacağımızı iyi biliriz. Bunları bilmek bizi rahatlatır. Hikâyede bizi üzen, sıkıntılara sokan noktalarda alışageldiğimiz şekilde debeleniriz, sızlanırız ve inançlarımızın her geçen gün bizi iyice içeriye, aşağıya, dibe hapsetmesine izin veririz. Hani yabancı bir ülkede yaşama fikri korkutur ya birçoğumuzu; işte aynı korkuyu algılarız hikâyeden çıkma düşüncesi ya da hikâyeyi değiştirme düşüncesi ara ara da olsa geldiğinde. Bu yüzden hikâye bizi kontrol eder bizde hikâyeyi… Yaşar gideriz öyle iç içe, dip dibe…

Hikâyemiz bizi umursar, önemser her daim. Öyle hissederiz, onsuz bir hiç olacağımız fikrine kapılırız. Bu yüzden sıkı sıkıya yapışırız hikâyemize ve oradaki rolümüze. Her şey kontrol altındadır; iç sesimiz, yargılarımız, etiketlerimiz. Hiç belirsizlik yoktur, boşluk yoktur. Güvende hissederiz kendimizi. Düşünsenize oradan çıkmaya çalışsak dışarıda ne olduğunuz bilemeyiz, bizi neler bekliyor tahmin edemeyiz. Değişim düşüncesi iliklerimize kadar korku pompalamaya başlar. Derhal limana geri döneriz ve yarattığımız hikâyenin kontrolünü elimizde tuttuğumuzu varsaymanın rahatlığıyla tutsak olmaya devam ederiz. Farkında bile olmadan…

Gün gelir yoruluruz, tükeniriz ve son bir gayretle bir atak yaparız ve başarırız hikâyenin dışına adım atmayı. İşte o zaman fark ederiz ki hiçbir şey için çabalamaya gerek yoktur aslında. Hikâyede kurban rolünü oynamaktansa, tutsak rolünü oynamaktansa hikâyeye teslim olsaymışız; hem içinde hem dışında gezinme ihtimalini kucaklayabilirmişiz. İşte o zaman hikâye olmadığını, kurban olmadığını, tutsak olmadığını anlayabilirmişiz. Kavrayabilirmişiz her şeyi bizim yarattığımızı, her şeyle bütün olduğumuzu ve her şeyin bizim için olduğunu. Kişisel veya bireysel algılamanın bizi bütünden uzağa düşürdüğünü…

İşte tüm bunları çıplaklığıyla görebildiğimizde hikâyemizin amacını da anlarız, yaşamdaki varlığımızı da. Aradığımız her türlü çıkış, çözüm hikâyemizin içindedir aslında. Görmemizi bekliyordur sadece.  Tek yapmamız gereken şey bunca zamandır içinde olduğumuz hikâyeyi neden yarattığımızı keşfetmektir. Bunu keşfedince de hem hikâyemize sahip çıkabiliriz hem de kendimize…

Sevgiyle kalın,

Sy

1 yorum :

  1. Nedense hikayemizin dramatik tarafına pek sıkı sarılırızda eğlenceli yönünü hep es geçeriz.Oysa her hikayenin can alıcı noktası acıda değil tatlı anlarındadır.Bu güzel paylaşımın için teşekkürler...
    Sevgiler
    Sulhan

    YanıtlaSil