Çocukluğumuzdan beri duygularımızı
kontrol etmemiz gerektiğini söylerler bize. Duygularını göstermek eski
zamanlarda ya taşkınlık ya da zayıflık olarak nitelendirilirdi. Böylece bir
şekilde duygularımızı bastırmayı öğrenerek büyüyoruz ve onlardan korkup,
çekinir oluyoruz zamanla. Ne hissettiğimizi ortaya koymaktan kaçınıyoruz. Duygularımız yokmuş gibi davranıyoruz, soğuk
ve ağırbaşlı gözükmeye çabalıyoruz. Atıp kurtulmak istiyoruz duygularımızdan...
Neşelenip kahkaha
attığımızda birçoğumuz yukarı kalkan kaşlarla karşılaşmışızdır büyürken. Okulda
teneffüslerde yaka paça koşturmaca oynarken kaç kez saçım çekilmiştir
öğretmenlerim tarafından hatırlamıyorum bile. “Koşma kızım!” derlerdi. İyi de o
ciğerlere bir daha sahip olamıyorum ki ben! O bacaklara, o güce! O yaşta koşmazsam
hangi yaşta koşacağım acaba? Cinsiyetimize göre sıfatlar da yapıştırılırdı
büyüklerimiz tarafından. Ulu orta gülmek, kahkaha atmak, dans etmek hafiflik
olarak nitelendirilirdi. Ah o bakışlar, ah o yukarı kalkan tek kaşlar! Ne çok
engellemiştir benim dans etmemi, koşmamı, gülmemi, kahkaha atmamı…
Zamanla koşmuyorsun,
gülmüyorsun. Susuyorsun, dans etmiyorsun. Duygularını bastırmayı öğrenirken
farkında olmadan kendini de bastırıyorsun aslında. Olsun başımızın derde
girmesinden iyidir değil mi? Gün geliyor yanardağın lav püskürtmesi gibi
duygularını püskürtmeye başlıyorsun. Bu
sıkışmanın ardından gelecek olan şey buydu tabii ki. Ne bekliyorduk ki? Ancak
bu duyguların neşe veya kahkaha dolu olmak yerine, bu sefer uzun süre
bastırılmış olmanın verdiği kızgınlık ve öfkeyle dolu oluyor. E ne anladım
ben şimdi bundan? Duygularımı bastırmayıp gösterdiğimde de başım derde giriyor,
bastırmayıp püskürttüğümde de…
Halbuki her şeyi
hissetmemiz gerekiyor. Duygularımızı anlamamız ve onları ifade etmemiz
gerekiyor. Böylece önce kendimizle sonra da etrafımızla iletişimi sağlıklı bir şekilde gerçekleştirebiliriz. İstediğini ve
yaptığını hissetmeyen insan nasıl mutlu olabilir ki? Nasıl kendini tam anlamıyla
ortaya koyabilir ki? Hem duygularımız ve hislerimiz birçok şeyi etkiler, hatta
olayların akışını bile değiştirebilir öyle değil mi? Yaptığı işten memnun olan
ve şükran hissi duyan birisi daha üretken ve yaratıcı olabilir. Âşık olan ve
duygularını aşkına yansıtabilen biri, mutluluğu duygularını bastırmış birinden
daha çabuk yakalayabilir. Bir şeylerle uğraşan ve uğraştığından haz alan biri,
yaptığı işten huzursuzluk duyandan daha farklı sonuçlara ulaşabilir. Kısacası
duygularını bastırmaktan dolayı korku, endişe, sıkıntı, öfke içinde olan biri ile
duygularını özgürce ifade edebilen birinin; varacakları noktalar, varacakları
hedefler ve elde edecekleri değerler arasında dağlar kadar fark olacaktır.
Bizler yaratılırken
mükemmel bir şekilde oluşturulduk. Bu mükemmelliği anlayabilmek için hissetmek gerekir. Hissedebilmek için
duygularımızın aktif olması gerekir. Böylece bizi biz yapan değerlerimizi daha
iyi anlayabiliriz ve bu değerlere sahip çıkabiliriz. Bunu yapabilmek için de
asıl konunun kendimizi nasıl
hissettiğimizi anlamak olduğuna tüm kalbimle inanıyorum. Bize doğuştan
verilmiş olanları ötelemek ve bastırmak yerine nasıl hissedeceğimize dair farkındalığımızı geliştirmek doğru bir
seçim olacaktır bana göre.
Yapabileceğimizin en
doğrusunu yapalım; hissedelim ve hissettiklerimizi duygularımızla süsleyip
sunalım yaşama. Yaşam bize bağlıdır, ne düşündüğümüze bağlıdır, bu yolculukta
ne istediğimize bağlıdır. Bu yüzden duygularımıza sahip çıkalım…
Hayatımızı
şekillendirmek için seçeneklerimizi belirlerken, seçip oluşturup yaratırken,
yarattığımızı yaşarken ne hissetmek istediğimizi soralım kendimize geç olmadan.
Çünkü
hayat keyiflidir, yolculuk keyiflidir, duygularımız keyiflidir…
Sevgiyle ve hissederek kalın,
Sy
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder