16 Haziran 2012 Cumartesi

Duygularımıza sahip çıkalım


Çocukluğumuzdan beri duygularımızı kontrol etmemiz gerektiğini söylerler bize. Duygularını göstermek eski zamanlarda ya taşkınlık ya da zayıflık olarak nitelendirilirdi. Böylece bir şekilde duygularımızı bastırmayı öğrenerek büyüyoruz ve onlardan korkup, çekinir oluyoruz zamanla. Ne hissettiğimizi ortaya koymaktan kaçınıyoruz.  Duygularımız yokmuş gibi davranıyoruz, soğuk ve ağırbaşlı gözükmeye çabalıyoruz. Atıp kurtulmak istiyoruz duygularımızdan...

Neşelenip kahkaha attığımızda birçoğumuz yukarı kalkan kaşlarla karşılaşmışızdır büyürken. Okulda teneffüslerde yaka paça koşturmaca oynarken kaç kez saçım çekilmiştir öğretmenlerim tarafından hatırlamıyorum bile. “Koşma kızım!” derlerdi. İyi de o ciğerlere bir daha sahip olamıyorum ki ben! O bacaklara, o güce! O yaşta koşmazsam hangi yaşta koşacağım acaba? Cinsiyetimize göre sıfatlar da yapıştırılırdı büyüklerimiz tarafından. Ulu orta gülmek, kahkaha atmak, dans etmek hafiflik olarak nitelendirilirdi. Ah o bakışlar, ah o yukarı kalkan tek kaşlar! Ne çok engellemiştir benim dans etmemi, koşmamı, gülmemi, kahkaha atmamı…

Zamanla koşmuyorsun, gülmüyorsun. Susuyorsun, dans etmiyorsun. Duygularını bastırmayı öğrenirken farkında olmadan kendini de bastırıyorsun aslında. Olsun başımızın derde girmesinden iyidir değil mi? Gün geliyor yanardağın lav püskürtmesi gibi duygularını püskürtmeye başlıyorsun.  Bu sıkışmanın ardından gelecek olan şey buydu tabii ki. Ne bekliyorduk ki? Ancak bu duyguların neşe veya kahkaha dolu olmak yerine, bu sefer uzun süre bastırılmış olmanın verdiği kızgınlık ve öfkeyle dolu oluyor. E ne anladım ben şimdi bundan? Duygularımı bastırmayıp gösterdiğimde de başım derde giriyor, bastırmayıp püskürttüğümde de…

Halbuki her şeyi hissetmemiz gerekiyor. Duygularımızı anlamamız ve onları ifade etmemiz gerekiyor. Böylece önce kendimizle sonra da etrafımızla iletişimi sağlıklı bir şekilde gerçekleştirebiliriz. İstediğini ve yaptığını hissetmeyen insan nasıl mutlu olabilir ki? Nasıl kendini tam anlamıyla ortaya koyabilir ki? Hem duygularımız ve hislerimiz birçok şeyi etkiler, hatta olayların akışını bile değiştirebilir öyle değil mi? Yaptığı işten memnun olan ve şükran hissi duyan birisi daha üretken ve yaratıcı olabilir. Âşık olan ve duygularını aşkına yansıtabilen biri, mutluluğu duygularını bastırmış birinden daha çabuk yakalayabilir. Bir şeylerle uğraşan ve uğraştığından haz alan biri, yaptığı işten huzursuzluk duyandan daha farklı sonuçlara ulaşabilir. Kısacası duygularını bastırmaktan dolayı korku, endişe, sıkıntı, öfke içinde olan biri ile duygularını özgürce ifade edebilen birinin; varacakları noktalar, varacakları hedefler ve elde edecekleri değerler arasında dağlar kadar fark olacaktır.

Bizler yaratılırken mükemmel bir şekilde oluşturulduk. Bu mükemmelliği anlayabilmek için hissetmek gerekir. Hissedebilmek için duygularımızın aktif olması gerekir. Böylece bizi biz yapan değerlerimizi daha iyi anlayabiliriz ve bu değerlere sahip çıkabiliriz. Bunu yapabilmek için de asıl konunun kendimizi nasıl hissettiğimizi anlamak olduğuna tüm kalbimle inanıyorum. Bize doğuştan verilmiş olanları ötelemek ve bastırmak yerine nasıl hissedeceğimize dair farkındalığımızı geliştirmek doğru bir seçim olacaktır bana göre.

Yapabileceğimizin en doğrusunu yapalım; hissedelim ve hissettiklerimizi duygularımızla süsleyip sunalım yaşama. Yaşam bize bağlıdır, ne düşündüğümüze bağlıdır, bu yolculukta ne istediğimize bağlıdır. Bu yüzden duygularımıza sahip çıkalım…

Hayatımızı şekillendirmek için seçeneklerimizi belirlerken, seçip oluşturup yaratırken, yarattığımızı yaşarken ne hissetmek istediğimizi soralım kendimize geç olmadan. Çünkü hayat keyiflidir, yolculuk keyiflidir, duygularımız keyiflidir…

Sevgiyle ve hissederek kalın,

Sy

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder