21 Nisan 2012 Cumartesi

Yaşam ve Ölüm arasındaki ince çizgide


O ince çizgide yürürüz hayatımız boyunca. İki gökdelen arasına gerilmiş çelik halatta yürüyen rekor denemeleri yapmaya çalışan insanlar gibiyiz, hepimiz yürüyoruz. Kimi zaman hızlı, kimi zaman yavaş, kimi zaman da koşar adım gidiyoruz başlangıçtan sona doğru. Peki, bir başlangıç ve son var mı? Gerçekten doğumdan sonumuza doğru mu yol almaktayız? Ölüm bir son mu? Yoksa başka bir hayata, bir geçide, bir yere açılan bir kapı mı? Orada bir kapı varsa ne var o kapının ardında?

“Bugün varsın yarın yoksun” ya da “Günü, an’ı yaşa” diyorlar, duyuyoruz bu cümleleri. İçimizde bir yerlerde de bir ölüm korkusu kol geziyor. Sevdiklerimizden ayrılacak olmamızın düşüncesi yüreğimizi burkuyor. Ya da sevdiklerimizin zamansız ayrılığı bizi kahrediyor. Her ölüm de, her kayıp ta adım adım korkuya yaklaşıyoruz. Korku da boş durmuyor gelip sarıp sarmalıyor bizi. Niye korkuyoruz acaba? Sadece sahip olduklarımızı kaybedeceğimiz için mi yoksa öldükten sonra ne olacağımızı tam bilemediğimiz için mi?

Yaşamla ölüm iki zıt kutup gibi. Var ve Yok gibi. Bir varsın bir yoksun gibi. Yaşadığımız ve nefes aldığımız her dakika aslında ölüme bir adım daha yaklaşmıyor muyuz? Nefes al, ver; bir gün daha tüketiyorsun aslında. Zamanı harcıyorsun. Eve sık sık taze çiçekler alıyorum, hoşuma gidiyor. Renkleri ve görüntüleri ortamı huzurla dolduruyor. Seviyorum. Bu çiçekleri alırken goncası bol olanı almaya gayret ediyorum. Daha uzun süre yaşasınlar ve açsınlar diye. Eninde sonunda o goncalarda açıyor ve ömürleri tükeniyor. Hiçbir şey kalıcı değil aslında, her şey geçici. Bana öyle geliyor.

Hayatımızı sürdürürken sadece var olduğumuzu ispat ederek mi yaşıyoruz yoksa yaşamın hakkını vererek mi? Geçmiş ve gelecekte gidip gelerek an’ı kaçırıyorsak eğer yaşayan ölü gibi davranıyoruz demektir. Ancak an’da yaşamın kalitesi ve anlamı mevcuttur. Deneyimleyerek yaşamaktan daha güzel bir şey yok bana kalırsa. Var ve yok gibi yaşamaktansa ikisini bir olarak görmek; ya o ya bu demek yerine; her ikisi de demek daha doğru olabilir mi acaba? Yaşam ve ölüm bir bütün olabilir mi? Ölümden korkmadan yaşamak mümkün mü?

Bana göre mümkün. Her güne yaşantımın yeni bir günü olarak başlıyorum. Dün yaşandı ve bitti. Bu sabah kalktım ve yaşıyorum. Gece yatana kadar da bu gün benim. Onu değerlendirmek ve keyif almak benim irademde. Ne istersem ertelemeden yaparım. Ertelersem kafamda sorular kalır. Kafamda sorular kalırsa an’ımı hakkıyla yaşayamam. Günümü bitirip yatarken veya ertesi sabah, soruların bilincimi bulandırmasına izin vermiş isem geleceğimdeki an’ımdan avans almaya başlamış olurum. Kafamdaki tüm sorular ve yanıtları an’da gelmeli ve bitmeli. Ben böyle yapıyorum. Ertelediğim ve gerçek olmayan bir dizi olay için günümü heba etmiyorum. Hakkıyla yaşıyorum. En azından ölüm geldiğinde kafamda sorularla kala kalmam diyorum kendi kendime. Ölümün bile keyfini çıkarmaya çalışırım. Garip ama böyle düşünüyorum. Korkmuyorum ondan. Ölümden korkmak kendini yaşamda kısıtlamaktır. Ben böyle hissediyorum.

Ertelemeden yaratmaya devam ediyorum, yaşamımı oluşturuyorum ve yaşantıma tanık oluyorum. Bilinmeyen beni ürkütmüyor. Bilmeyi seçiyorum. Farklı bir bilinci seçiyorum. Her zaman yaşamın içinde olmayı seçiyorum ve yaşamla akıyorum. Böylece hep huzurla var oluyorum. Ben hep buradaydım zaten. Ara sıra gidip geliyorum farklı zamanlarda, farklı yerlere. Yaşam hep devam ediyor.

Sevgiyle kalın,

Sy

Not: Bu yazı çok sevdiğim birinin anısına yazılmıştır. Ruhuna selam olsun.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder