11 Nisan 2012 Çarşamba

Ayaklarım, bedenim ve başım hangi yöne gidiyorlar?


Ayaklarım uzun süredir gitmesi gereken yere gidiyorlar. Dolayısıyla bedenim ve başım da ayaklarımı izliyor. Peki, bu her zaman böyle olur mu? Yoksa başım ayrı yere, bedenim başka bir yere, ayaklarım başka bir yere gidebilir mi? Ne olur o zaman? Darmadağın mı olurum? Yoksa tamamen özgürce mi hareket etmiş olurum? Birbirinden bağımsız vücut parçalarım mı olması iyi yoksa birlikte hareket etmeleri mi?

Düşüncelerim duygulara dönüşmeden önce belli bir süreç gerekiyor bana. Zaman zaman anlık duygulara kapıldığım oluyor tabii ki. Çoğu zaman düşüncelerimin farkında oluyorum ve bu farkındalık duygularıma yansıyor. “Düşüncelerimi süzgeçten geçirdim” diyorum ben bu farkındalık anına. Tamamen bana ait olmalılar, öyle hissediyorum içimde bir yerlerde. İçimden geldiyse dürüsttür, doğrudur önsezilerim diyorum kendi kendime. Böylece saf düşüncelerim duygularıma dönüşüyor ve bu duygularım ayaklarıma yöneliyorlar, düşüyoruz yola. Doğru mu yol? O an için ve benim için doğru. Önemli olan da bu. Zaten sonuçlar kendini ortaya koyacaktır eninde sonunda…

Kimi zaman süzgeçten geçiriyorum ancak işlem de bazı ilave katkı maddeleri oluyor, her nasıl oluyorsa. Gözden kaçırıyorum onları ara sıra. Bu maddeler saf değil, karmakarışık. İçeriğinde bazı detayları anlamıyorum, tanımıyorum ancak gene de duyguya dönüşüyorlar. İradem dışında oluyor olabilir mi? Yoksa farkında mıyım? Belirsiz. Sonra ayaklarıma ulaşan duygularım harekete geçiriyor beni. Yürüyorum ama sanki bu yol benim değil, yanlış yoldayım galiba. “Olsun” diyorum “ Devam et, ileriden bir yerden saparsın!” İşte bu komut da başımdan geliyor, zihnimden. Yanlış ya da doğru bir yoldayım artık.

Katkı maddeleri dokunuyor bana, alerji yapıyor. Bir müddet sonra ayaklarım bir yerde, başım başka yerdeyken; bedenimde kabartılar oluyor, kaşıntılarım başlıyor. Ayaklarım nereye çıkacağı belirsiz olan yolda giderken, başımda “susmayan zihnim” üretiyor da üretiyor. Gittiğim yolla alakası olmayan yerlerdeyim artık. Bu arada bedenim kaşıntılarla kaplı, rahatsızım oldukça. Birden farkına varıyorum; dağılmışım!

Bir kez farkına varınca gerisi geliyor, an ’a ve gitmek istediğin rotaya yavaş yavaş oturuyorsun. Ayaklarım sorun çıkarmıyor, durduruyorum onları. Bedenim daha rahat antialerjik ilaçlar işe yaramaya başladı galiba. Ancak zihnim susmuyor kolay kolay, başım ağrıyor. “Elimden ne kurtulur benim, vaz geçme “ diyorum kendime. Vaz geçmiyorum. Oluyor sonunda. Zihnim susuyor, bedenim duruluyor, ayaklarım sabit; dinliyorum. Duyuyorum ve anlıyorum. Yeni rotayı GPS’ e giriyorum. Yola çıkıyorum.

Benzincide mola veriyorum. Bir kahve içerken çıkartıyorum süzgecimi. Atıyorum içine bedenimi, başımı ve ayaklarımı; sallıyorum, süzüyorum. Yok bir şey, hiçbir katkı maddesi algılamıyorum. Hepsi aynı yerdeler, yapboz gibiler tamamlanmışlar. Ödüyorum benzin parasını ve kahve parasını. Açıyorum radyoyu, eşlik ediyorum çalan parçaya. Yolum uzun. Düşüyorum yola tekrar…

Sevgiyle kalın,

Sy

2 yorum :

  1. Bu dünyada kusursuz bir mutluluk olmadığını düsünüyorum. bu dünya kusursuz bir mutluluk yeri değil, imtihan dünyası o yüzden her zaman sıkıntılar, hastalıklar, dertler şunlar bunlar olacaktır.. biz bunlarla en güzel şekilde mücadele etmeyi öğrenmeliyiz.. bunu başardığımız ölçüde mutlu olabiliriz..

    YanıtlaSil
  2. Ne kadar da doğru...Bazen bir bütünken ,bazende bir kaç parçaya bölünmüş bulabiliyor kişi kendini.Kolaymı .Eskiden gelen,yeni öğrendiklerin ..İşte ne oluyorsa o an oluyor ve başlıyorsun harmanlamaya.Başın;içindeki düşüncelerin,bedenin kah yorgun,kah enerjik ve ayakların sana itaate hazır.Karar veriyorsun ve yola koyuluyorsun.Yazdığın hemen her yazıda,ne güzelki kişi kendinden bir parça buluyor.Yolun ışık olsun ...
    Sevgiler
    Sulhan

    YanıtlaSil