7 Şubat 2012 Salı

Üzüntümün getirdiği mesajlar

Garip Kurt’un kayıp olduğu dönemlerde ilginç keşifler yaşadım. Bir şeylere tutunma ihtiyacı, serbest bırakamama, kabullenememe süreçlerinin neler ifade ettiğini daha iyi algıladım.  Aslında bu süreçler akışa direnmemenin ve gelişen olaylara saygı duymanın önemini bir kez daha ortaya koydu.  Gereken ne ise onu yapmak ve sonra beklemeyi bilmek; ders almayı ve serbest bırakmayı bilmek gerçekten önemliymiş. Bu süreç zarfında, yani köpeğimin kaybolduğu üç haftalık süreçte; kendimi gözlemledim. Hissettiğim üzüntüdeki mesajları inceledim.

Bir şeye tutunmayıp özgür bıraktığında o şeyi özgür bırakmış oluyorsun. Gerçekte olan ise hem tutunduğunu hem de kendini özgür bıraktığın. Tutunduğumuz şeyler aslında kişiler ya da olaylar değil; duygularımız. Mutsuz olmayı, üzgün olmayı biliyoruz, bunlar bildiğimiz ve kanıksadığımız duygular. Oysa mutlu olmayı, serbest bırakmayı ve özgürlüğü yeterince iyi tanımıyoruz. Bu yüzden de güvenilir geldiği için tanışık olduğumuz duyguları tercih ediyor ve hayatımıza onlarla devam ediyoruz. Zamanla üzüntü, mutsuzluk, keyifsizlik, sıkıntı o kadar yerleşik düzene geçiyorlar ki bilinçaltımızda, an ’da kalmakta zorlanır oluyoruz. Böylece geçmiş ve şimdiki anı birleştiriyoruz ve içinde bulunduğumuz an günden güne silikleşiyor. Böylece genel anlamda frekansı düşük ve mutsuz bir ortamda yaşamaya başlıyoruz. Bizler böyle olunca, etrafımızda yavaş yavaş bizimle aynı frekansa geliveriyor. Üzüntü ve mutsuzluğun kol gezdiği bir koloni yaratıyor ve o kolonide yaşamaya başlıyoruz. Mıknatıs gibi frekansı her düşük olanı koloniye çekip alıyoruz. Büyüyoruz, büyüyoruz ve mutsuzlar liginde şampiyonluğa oynuyoruz.

Aslında üzüntü duymak faydalıdır. Kendimizi taş gibi kaskatı kesilmekten koruyabilmenin yolu üzüntüyü hissedebilmekten geçer. Üzüntünün bir yerde iyileştirici bir özelliğini de vardır. Üzüntüye kucak açtığımızda kaybettiklerimizi daha iyi anlarız ve serbest bırakmamıza yardımcı olur. Gözyaşlarımız da bu noktada devreye girerler. Eğer gerçekten üzüntünün akışına kendimizi bırakabilirsek, kendi içimizi daha net duyabilir ve bir nevi huzura bile erişebiliriz. Kendimizi sonuçta duygu eleğinden geçirmiş ve tazelenmiş hissedebiliriz. En derinlerde kalmış anılarımıza, bağlarımıza inen yolu buluruz.

Üzüntüye yüzeysel olarak kapılır isek bu iyileştirici özelliğini göz ardı ederiz ki; bu da bizim “akma” kavramımıza sekte vurur. Olaylara ve duygulara odaklanma becerimizi devre dışı bırakır. O konuda, o olayda takılı kalırız. Gözyaşlarımız boşa akar, kederimizi ve duygularımızı tam anlamıyla dışa vuramayız ve içimizde bir yerlerde sıkışıp kalırlar. Tam bir boşalma yaşayamayız. Belki gözyaşlarımızı kederimizi ve tüm duygularımızı dışa vurmamak için bazı sebeplerimiz de vardır. Ancak “ sıkışık kalmak” unutmayalım ki öfkeye doğru yol almakta çok ustadır. Üzüntü ve öfke birlikteliği ise bizim için yıkıcı sonuçlar ortaya koyar ve yapıcı olmaktan uzaklaştırır. Boş ve kayıp hissederiz.

Üzüntü duymaktan amaç düze çıkmayı bilmek olmalıdır. O zaman üzüntü yapıcı ve itici bir güce dönüşecektir. Üzüntüyü sona erdirdiğimizde yani tam bir boşalma ve yüzleşme yaşadığımızda ise; tekrar hayatımıza, asıl amacımıza dönebiliriz. Daha dingin, daha akıllı, daha ne yapacağını bilen ve daha farkında hissederek, sinyalimizi verip park konumundan çıkarak yola tekrar dâhil olabiliriz.

Üzüntülerimiz, öfkemiz ve duygularımız arasında oluşturacağımız yolun ahenkli birlikteliği olması bizi destekleyecektir buna eminim. Üzüntü ve mutsuz olduğumuz anlarda sakince değerlendirmeler yapıp, yasımızı yaşayabilmek ve sonrasında değerlendirmelerimizi yapıp yolumuza devam edebilmek; bizi, hayatın içinde yolumuzu kaybetmeden ilerletecektir. Sinirlenmek, üzülmek, savaşmak ve sonrasında ayrışmak hayatta kalma becerilerimizi güçlendirecektir. “ Serbest bırakılması gereken asıl şey nedir?”, “ Yenilenmesi gereken ne var? sorularına cevap almamızı kolaylaştıracaktır.


Üzüntü veya mutsuz olmak sadece kayıplardan ve başımıza gelen olaylardan ibaret değildir. Bunların bir de alt yapısı olduğunu ve bu alt yapıyı oluşturanın da kendimiz olduğunu bildiğimiz sürece sükûnet ve rahatlama duygusu hep bizimle olacaktır.

Gerektiği kadar gereken yerde ve olayda araştırarak ve her daim sevgiyle kalmayı bilelim,

Sy

1 yorum :

  1. Başlıktaki yazı muhteşem...Gerçekten her yaşadığımız olumsuzluk bize bakabileceğimiz başka bir bakış açısı getiriyor.Esas olan anda kalabilmek olsa gerek.İyi anlarımızın geçip gittiği gibi kötü anlarımızında geçeceğini bilmek..Selcan hanım bir kez daha hayata olumlu bakmanın önemini hatırlatan bu güzel yazınız için teşekkürler...
    Sevgiler
    Sulhan

    YanıtlaSil