Yani üç boyutluyuz.
Aynı sinema filmleri gibiyiz anlayacağınız. Hani bir gözlük verirler ya elinize
salona girerken, takarsınız ve film bitince midesi bulanan, başı ağrıyan tipler çıkış yazan kapıya doğru
atarlar kendilerini. Beden, zihin ve ruh üçlemesinden bahsediyorum… İşte ondan!
Üç boyutlu: 3D…
Üç boyutlu yaşamak
bizleri dengeli varlıklar yapar. Bir boyutumuz sadece bedenin ihtiyaçlarını
hisseder; güven, açlık, para, finans, aşk, ekonomi ve yaşam şartlarımızın tümü.
İkinci boyutumuz ise bireysel olarak gelişmemize katkı sağlar; eş, dost,
amaçlar, düşünceler, yeni buluşlar ve yeni arayışlar. Üçüncü boyutumuz ise daha
çok ruhumuzu kapsar; inanç, yaşamın amacı, nihai amaç gibi.
Bilinçli davranmaya ve
ne istediğimizi keşfetmeye, farkındalığımızı geliştirmeye başladıkça her bir
boyutu doyasıya algılamaya başlarız. Görürüz ki bir boyuttan diğerine atlamak
için bir diğerinden vaz geçmek yerine, üçünü dengelemek en doğru olan yoldur.
Gelişmeye başladıkça kulağımıza çalınan kelimeler bizi yanlış düşüncelere
sürükler. Nedir bunlar?” Kendinizi düşünün, birinci önceliğiniz kendiniz
olmalısınız. Önce kendi isteklerinize kulak verin. Kendinizi doğru ifade edin.
Duygularınızı paylaşmaktan çekinmeyin” gibi. Ben ilk duyduğumda irkilmiştim
bunların tamamı bana egoist olmayı çağrıştırmıştı. Bana duyulan ihtiyaç
anlarını bir kenara atıp nasıl kendimle ilgilenecektim? Öncelik hiçbir zaman
bende olmamıştı ki! Ben hep önce başkalarını düşünür bir de güzelce gurur
duyardım bu davranışımdan. Erdemli bir davranıştı bu çünkü.
Alışmıştım bir kere kalıplar
ve öğretilenlerin dışına çıkmamaya. Eş olarak görevlerim, anne olarak
sorumluluklarım, arkadaşlarıma olan sorumluluklarım, bir kadının
yapabilecekleri ve yapamayacakları çerçevesinde yaşamaktan mutluydum. Ayrıca
gururluydum da. Evet, kitap okuyordum, araştırma yapıyordum, düşünüyor ve
üretiyordum ancak kendimi hiç beslemiyordum aslında. Ne zaman kendim için zaman
ayırmıştım? Ne zaman amaçsızca bir yürüyüşe çıkmıştım? Arabamda bile radyo
kanalları eşimin ve oğlumun ayarladığı düzende duruyordu. Yuh bana be,
gerçekten de yuh. Ne zaman bir pasta yapmayı denedim? Ne zaman doğa yürüyüşü
yaptım? Ne zaman bir cd takıp çılgınca dans ettim? Ne zaman kahvemi elime alıp
pencereden dışarı baktım ve ağır ağır hayallere dalarak yudumladım o kahveyi?
Genelde ben tam kahve yaptığımda biri bir şey ister ve koşar yaparım. Kahvemde
sid.. gibi olur. Olsun vazifelerin kadınıyım ya, gururluyum kendimle canım…
Elbiseler alıp, makyaj
yapıp( ara sıra da olsa), spor yapıp bedenime bakıyorum ya daha ne olsun! Kitap
okuyorum, yabancı dil öğreniyorum zihnimi de besliyorum. Peki ya ruhum? Ruhumun
varlığını hatırlıyor muyum acaba? Var mı benim bir ruhum? Var öyle diyorlar… Peki,
ben ruhumu tanıyor muyum? O beni tanıyor mu? Benim ruhum olmaktan mutlu mu? Bu
soruları sormaya başladıkça, daraldım, ufaldım, sindim, yaralandım, ezildim,
kızdım. Yok olmaya yüz tuttuğumu fark ettim aniden. Ve ruhumu beslemem daha
doğrusu onunla önce tanışmam gerektiğini algıladım. “Merhaba” dedim ona sıcacık
bir gülümseme ve sevgi ile. Sevgi göstermenin bunca yıllık ayıbımı kapatacağını
ve dalgınlığıma verip beni affedeceğini kalbimin derinliklerinde duydum.
Böylece odağımı ve
bakış açımı genişletmeye, olaya ruhumu da dahil etmeye başladım. Onun farkına
vardım, onu beslemeye ve incitmemeye özen gösterir oldum. Gelişimin ancak özgür duygu ve düşüncelerle
gerçek olabileceğini artık biliyorum. Dikte edilmiş yaşamlar ve tavırlar beni
iyi bir vatandaş yapıyor, iyi bir eş yapıyor, iyi bir anne yapıyor, iyi bir
çalışan yapıyor, iyi bir kardeş ya da abla yapıyor ancak BİR BÜTÜN İNSAN yapmaya yetmiyor.
Önce kendimi
düşünmeliyim, 3D formatına gelebilmeliyim sonra seçimlerimi yapmalı ve yaşam
amacımı belirlemeliyim. Fena fikir değilmiş ben uygulamaya başladım.
SON yazdı film bitti,
çıkışlar sağ taraftan lütfen…
Sy
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder