1 Şubat 2012 Çarşamba

Bizler 3D yaratıklarız…


Yani üç boyutluyuz. Aynı sinema filmleri gibiyiz anlayacağınız. Hani bir gözlük verirler ya elinize salona girerken, takarsınız ve film bitince midesi bulanan,  başı ağrıyan tipler çıkış yazan kapıya doğru atarlar kendilerini. Beden, zihin ve ruh üçlemesinden bahsediyorum… İşte ondan! Üç boyutlu: 3D…

Üç boyutlu yaşamak bizleri dengeli varlıklar yapar. Bir boyutumuz sadece bedenin ihtiyaçlarını hisseder; güven, açlık, para, finans, aşk, ekonomi ve yaşam şartlarımızın tümü. İkinci boyutumuz ise bireysel olarak gelişmemize katkı sağlar; eş, dost, amaçlar, düşünceler, yeni buluşlar ve yeni arayışlar. Üçüncü boyutumuz ise daha çok ruhumuzu kapsar; inanç, yaşamın amacı, nihai amaç gibi.

Bilinçli davranmaya ve ne istediğimizi keşfetmeye, farkındalığımızı geliştirmeye başladıkça her bir boyutu doyasıya algılamaya başlarız. Görürüz ki bir boyuttan diğerine atlamak için bir diğerinden vaz geçmek yerine, üçünü dengelemek en doğru olan yoldur. Gelişmeye başladıkça kulağımıza çalınan kelimeler bizi yanlış düşüncelere sürükler. Nedir bunlar?” Kendinizi düşünün, birinci önceliğiniz kendiniz olmalısınız. Önce kendi isteklerinize kulak verin. Kendinizi doğru ifade edin. Duygularınızı paylaşmaktan çekinmeyin” gibi. Ben ilk duyduğumda irkilmiştim bunların tamamı bana egoist olmayı çağrıştırmıştı. Bana duyulan ihtiyaç anlarını bir kenara atıp nasıl kendimle ilgilenecektim? Öncelik hiçbir zaman bende olmamıştı ki! Ben hep önce başkalarını düşünür bir de güzelce gurur duyardım bu davranışımdan. Erdemli bir davranıştı bu çünkü.

Alışmıştım bir kere kalıplar ve öğretilenlerin dışına çıkmamaya. Eş olarak görevlerim, anne olarak sorumluluklarım, arkadaşlarıma olan sorumluluklarım, bir kadının yapabilecekleri ve yapamayacakları çerçevesinde yaşamaktan mutluydum. Ayrıca gururluydum da. Evet, kitap okuyordum, araştırma yapıyordum, düşünüyor ve üretiyordum ancak kendimi hiç beslemiyordum aslında. Ne zaman kendim için zaman ayırmıştım? Ne zaman amaçsızca bir yürüyüşe çıkmıştım? Arabamda bile radyo kanalları eşimin ve oğlumun ayarladığı düzende duruyordu. Yuh bana be, gerçekten de yuh. Ne zaman bir pasta yapmayı denedim? Ne zaman doğa yürüyüşü yaptım? Ne zaman bir cd takıp çılgınca dans ettim? Ne zaman kahvemi elime alıp pencereden dışarı baktım ve ağır ağır hayallere dalarak yudumladım o kahveyi? Genelde ben tam kahve yaptığımda biri bir şey ister ve koşar yaparım. Kahvemde sid.. gibi olur. Olsun vazifelerin kadınıyım ya, gururluyum kendimle canım…

Elbiseler alıp, makyaj yapıp( ara sıra da olsa), spor yapıp bedenime bakıyorum ya daha ne olsun! Kitap okuyorum, yabancı dil öğreniyorum zihnimi de besliyorum. Peki ya ruhum? Ruhumun varlığını hatırlıyor muyum acaba? Var mı benim bir ruhum? Var öyle diyorlar… Peki, ben ruhumu tanıyor muyum? O beni tanıyor mu? Benim ruhum olmaktan mutlu mu? Bu soruları sormaya başladıkça, daraldım, ufaldım, sindim, yaralandım, ezildim, kızdım. Yok olmaya yüz tuttuğumu fark ettim aniden. Ve ruhumu beslemem daha doğrusu onunla önce tanışmam gerektiğini algıladım. “Merhaba” dedim ona sıcacık bir gülümseme ve sevgi ile. Sevgi göstermenin bunca yıllık ayıbımı kapatacağını ve dalgınlığıma verip beni affedeceğini kalbimin derinliklerinde duydum.

Böylece odağımı ve bakış açımı genişletmeye, olaya ruhumu da dahil etmeye başladım. Onun farkına vardım, onu beslemeye ve incitmemeye özen gösterir oldum.  Gelişimin ancak özgür duygu ve düşüncelerle gerçek olabileceğini artık biliyorum. Dikte edilmiş yaşamlar ve tavırlar beni iyi bir vatandaş yapıyor, iyi bir eş yapıyor, iyi bir anne yapıyor, iyi bir çalışan yapıyor, iyi bir kardeş ya da abla yapıyor ancak BİR BÜTÜN İNSAN yapmaya yetmiyor.

Önce kendimi düşünmeliyim, 3D formatına gelebilmeliyim sonra seçimlerimi yapmalı ve yaşam amacımı belirlemeliyim. Fena fikir değilmiş ben uygulamaya başladım.

SON yazdı film bitti, çıkışlar sağ taraftan lütfen…

Sy

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder