Kendimi bildim bileli
bazı sorumluluklarım oldu. Bunlar gerçekten benim sorumluluklarım mıydı yoksa
etrafımın bana yükledikleri miydi pek de emin olamadım. Bu soruya hiç cevap
aramadım. Sadece üzerime düşeni yapmayı seçtim. Doğru olmalıydı çünkü herkes
hemfikirdi.
Çocukluğumu hatırlarım
bazen. Üstümün kirlenmesine hiç aman vermedim çünkü pis olmakla eş değerdi. Hem
de sadece benim pis olmam değil annemin de pis olması anlamına geldiği için. O yüzden çoğu oyuna katılamadım, içimden geldiği gibi oynayamadım. Asla
sokakta oyun oynarken bir şey yemedim. Yere düşürdüğüm an, çocuk aklı yerden
alıp yiyebilir ve mikrop kapabilirdim. Bu yüzden annem elime hiçbir şey
tutuşturmadı sokağa çıktığım zamanlar. Ben de üstüm başım tertemiz bir kenarda
hanım hanımcık durur oynayan çocukları seyrederdim. Onlar da beni oyuna fazla
davet etmezlerdi. Sokağa çıkmak istemediğim zamanlar da annem beni azarlar:”
hadi kızım çık oyna arkadaş edin, dolaşma ayakaltında evi temizleyeceğim,
sildiğim yerlere basarsın, hadi kızım, hadi” derdi. Ben de mecburen inerdim
sokağa… Ne kadar da pis çocuk vardı sokakta. Kim bilir evleri de pisti
herhalde. Anneme göre…
Genç kızlık dönemimde
üstümden çıkardığımı hiçbir zaman yatağın üstüne atmadım. Ya havalandırıp
katlayıp dolaba kaldırdım, ya da kirli sepetine attım. Yatak örtüsü örtüldükten
sonra üstüne hiçbir şey konmamalıydı. Anneme göre… Oturamazdım veya üstüne gün
içinde uzanmam da hoş karşılanmazdı. Günlük giysilerimiz ile havalandırılıp
silkelenmiş ve mum gibi kapatılmış bir yatağın üstüne oturmak doğru değildi.
Anneme göre… Yatak akşamları açıp yatmak içindi, öyle yatıp debelenmek
dağınıklığa yol açardı. Kim bilir komşularımızın evi ne dağınıktı. Anneme göre…
Sofra saatleri
haricinde bir şeyler atıştırmak adabı ile yapılmalıydı. Öyle eline geçirip bir
elmayı sularını akıtarak dişleyemezsin, bir sandviç yapıp geçemezsin
televizyonun karşısına veya çalışma masana. Yiyeceğin her ne ise, koyarsın bir
tabağa, tabağı da bir tepsiye, peçeteni de alırsın; masa başında azami dikkatle
yiyebilirsin. Asla yere bir kırıntı dökmeden yemeyi başarmalısın. Gene de
tepsini mutfağa götürürken sağı solu ve yerleri gözden geçirmelisin ki, yanlışlıkla
düşen bir şey varsa derhal süpürmelisin. Yere düşen kırıntılar karınca
oluşmasına sebebiyet verir. Karınca sardı mı evi, yandın; çok zordur onlardan
kurtulmak. Anneme göre…
Yüksek sesle ulu orta
müzik dinlenmez, gerek yoktur. Anneme göre…” Durduk yerde dans edilmez, genç
kız zıplamaz, genç kız edepli oturur, genç kız camdan bakmaz; etraftan ne
derler sonra. Kızım asma suratını evlen anne olunca anlarsın ne demek
istediğimi. Kolay değildir kadın olmak, düşersin dile.” Anneme göre…
Büyüdüm, evlendim ve
bir anneyim. 24 yaşında bir oğlum var. Annem bana çocukluğumu yaşatmadı,
üstümün kirlenmesine izin vermedi; oysa
ben oğlumun sokakta oynamasına ve üstünü kirletmesine izin verdim. Ancak eve
gelir gelmez banyoya girip yıkanması ve üstündekileri kirli sepetine atması
koşulu ile. Eve girerken ayakkabılarını ve üstündeki her şeyi giriş de soyarak
doğru banyoya git diye buyururdum; “anne karnım aç bir sandviç yap da yedikten
sonra yıkanayım “diyen oğlumu duymazdan gelerek. O inat ederken, mikropların ne
denli zararlı olduğunu anlatırdım sabırla. Yavaş yavaş oğlum sokağa çıkıp
oynamaktansa evde oyun oynamayı tercih eder oldu. Üzülmedim. Sevindim hatta.
Sokakta birçok çocukla oynamak demek, hastalık kapma ihtimalinin çoğalması
demekti. Bana göre….
Odasında yeteri kadar
oturacak yer varken düzelttiğim yatağın üstünde yatmayı sevdiği için ses
çıkarmadım. Annem bana izin vermezdi. Ben oğluma izin verdim. O yatağın
üstünden kalkar kalkmaz gidip örtüyü silkeleyip tekrar yayardım nasıl olsa.
Gözlemledim ve bir gözüm hep yatağın örtüsünde oldu. Hiç de sektirmedim, her
kalktığı an hissettim ve gidip yatağı düzelttim. Zamanla oğlum yatağın da yatıp
televizyon seyretmektense arkadaşlarının evine gidip televizyon seyretmeyi
tercih eder oldu. İyi de oldu çünkü çok yorucuydu her dakika gidip örtüyü
düzeltmek. Bana göre…
Akşam yorgun argın iş
çıkışı eve gelince bir sessizlik arıyor insan. Odasında her istediğini yapma
özgürlüğü olan oğlum en azından müziği ben gelene kadar yüksek sesle dinleyip
ben gelince biraz olsun kısabilir. Ben bütün gün onun için çalışıp yoruluyorum
ve sessizlik hakkım değil mi? Müzik de müzik olsa hadi neyse, zıpır zıpır garip
bir gürültü ve bu da yetmezmiş gibi oradan oraya atlayıp duruyor. Toz da
kalkıyor ortalığa. Yavaş yavaş oğlum müziği kulaklıkla dinlemeye, dans etmeyi
de sevmemeye başladı. Kulaklığın tek kötü yanı ben seslenince duymaması, öte
yandan sessizlik harika. Dansı da sevgilisi olsun bak nasıl eder, hem de
alasını. Başım dinlendi. Huzura erdim. Bana göre…
Kısacası, oğlum
dolaptan bir meyve alıp yıkayıp ısıra ısıra yemedi. Tepsiye konmadan hiçbir atıştırmalığı kabul etmedi. Tıpkı benim
gibi böcekten aşırı korkar oldu. Yemeği bittikten sonra oturduğu yeri kontrol
eder, kırıntı varsa süpürmemi isterdi.
Asla iki gün üst üste bir iç çamaşırı veya kıyafeti giymez, mutlaka
değiştirirdi. Başkasının evinde kalmayı sevmezdi çünkü yastıkları kokuyor
derdi. Ve bütün bunlar bana göre normaldi. Bana göre…
Değişmeye karar
verdiğimde bütün bilinçaltı kalıplarımı temizlemem gerekti. Annemden ve
çocukluğumdan kalan “temizlik” saplantılarımı aşmak için çok çaba sarf ettim.
Hayatı yakalayıp an’ı yaşamanın keyfini çıkarabilmem için epey zaman harcadım.
Bu da yeterli değildi. Çünkü kendimle beraber eşimi ve oğlumu da an’ı
yaşamaktan mahrum etmiştim. Benden sonra onların da değişim sürecine girmeleri
gerekti. Oğlum ve eşim son üç yıldır mutfak tezgâhında duran keki bir dilim
kesip canları çektiği an’da ağızlarına atmanın keyfine vardılar. Oğlum
arkadaşlarında yatıya kalmanın, yüksek sesle müzik dinleyip benimle dans
etmenin keyfine vardı. Banyodan çıkınca havluyla yatağın üzerinde biraz keyif
yapmanın ne demek olduğunu ailece anladık.
Sözün özü, yaşamın
tadını çıkarmak ve hayatı kana kana içmek her bir yudumunu; hissederek,
yaşayarak; ne demekmiş ailece öğrendik… Temizlik ve kirlenmek gibi kavramlar
bize hayatı zindan etmemeli. Her çocuk çocukluğunu yaşamalı, her şeyin tadını
almalı, kirlenmeli, düşüp yaralanmalı, hastalık geçirmeli. Bunların hepsi bize
yaşadığımızın kanıtıdır.
Çocuklarımıza
çocukluklarını yaşatabilmek için; ne yaptığımızın ve bu yaptıklarımızın
sonuçlarının onlarda nelere yol açabileceğinin farkında olmalıyız. Ebeveyn olarak en büyük
görevimizin bilinçaltı kalıpları olmayan çocuklar yetiştirmek olduğuna
inanıyorum.
Sevgiyle kalın,
Sy
Çocukken öğretilen kalıplarla çocuk büyütmenin ne kadar zor olduğunu yaşayan bir anne olarak okudum yazınızı.Hani güzel bir söz vardır hislerime tercüman oldun diye....Ellerinize sağlık...
YanıtlaSilSevgier
Sulhan