3 Şubat 2012 Cuma

Hepimizin içindeki çocuğa…


Kendimi bildim bileli bazı sorumluluklarım oldu. Bunlar gerçekten benim sorumluluklarım mıydı yoksa etrafımın bana yükledikleri miydi pek de emin olamadım. Bu soruya hiç cevap aramadım. Sadece üzerime düşeni yapmayı seçtim. Doğru olmalıydı çünkü herkes hemfikirdi. 

Çocukluğumu hatırlarım bazen. Üstümün kirlenmesine hiç aman vermedim çünkü pis olmakla eş değerdi. Hem de sadece benim pis olmam değil annemin de pis olması anlamına geldiği  için. O yüzden çoğu oyuna katılamadım, içimden geldiği gibi oynayamadım. Asla sokakta oyun oynarken bir şey yemedim. Yere düşürdüğüm an, çocuk aklı yerden alıp yiyebilir ve mikrop kapabilirdim. Bu yüzden annem elime hiçbir şey tutuşturmadı sokağa çıktığım zamanlar. Ben de üstüm başım tertemiz bir kenarda hanım hanımcık durur oynayan çocukları seyrederdim. Onlar da beni oyuna fazla davet etmezlerdi. Sokağa çıkmak istemediğim zamanlar da annem beni azarlar:” hadi kızım çık oyna arkadaş edin, dolaşma ayakaltında evi temizleyeceğim, sildiğim yerlere basarsın, hadi kızım, hadi” derdi. Ben de mecburen inerdim sokağa… Ne kadar da pis çocuk vardı sokakta. Kim bilir evleri de pisti herhalde. Anneme göre…

Genç kızlık dönemimde üstümden çıkardığımı hiçbir zaman yatağın üstüne atmadım. Ya havalandırıp katlayıp dolaba kaldırdım, ya da kirli sepetine attım. Yatak örtüsü örtüldükten sonra üstüne hiçbir şey konmamalıydı. Anneme göre… Oturamazdım veya üstüne gün içinde uzanmam da hoş karşılanmazdı. Günlük giysilerimiz ile havalandırılıp silkelenmiş ve mum gibi kapatılmış bir yatağın üstüne oturmak doğru değildi. Anneme göre… Yatak akşamları açıp yatmak içindi, öyle yatıp debelenmek dağınıklığa yol açardı. Kim bilir komşularımızın evi ne dağınıktı. Anneme göre…

Sofra saatleri haricinde bir şeyler atıştırmak adabı ile yapılmalıydı. Öyle eline geçirip bir elmayı sularını akıtarak dişleyemezsin, bir sandviç yapıp geçemezsin televizyonun karşısına veya çalışma masana. Yiyeceğin her ne ise, koyarsın bir tabağa, tabağı da bir tepsiye, peçeteni de alırsın; masa başında azami dikkatle yiyebilirsin. Asla yere bir kırıntı dökmeden yemeyi başarmalısın. Gene de tepsini mutfağa götürürken sağı solu ve yerleri gözden geçirmelisin ki, yanlışlıkla düşen bir şey varsa derhal süpürmelisin. Yere düşen kırıntılar karınca oluşmasına sebebiyet verir. Karınca sardı mı evi, yandın; çok zordur onlardan kurtulmak. Anneme göre…

Yüksek sesle ulu orta müzik dinlenmez, gerek yoktur. Anneme göre…” Durduk yerde dans edilmez, genç kız zıplamaz, genç kız edepli oturur, genç kız camdan bakmaz; etraftan ne derler sonra. Kızım asma suratını evlen anne olunca anlarsın ne demek istediğimi. Kolay değildir kadın olmak, düşersin dile.” Anneme göre…

Büyüdüm, evlendim ve bir anneyim. 24 yaşında bir oğlum var. Annem bana çocukluğumu yaşatmadı, üstümün kirlenmesine izin vermedi;  oysa ben oğlumun sokakta oynamasına ve üstünü kirletmesine izin verdim. Ancak eve gelir gelmez banyoya girip yıkanması ve üstündekileri kirli sepetine atması koşulu ile. Eve girerken ayakkabılarını ve üstündeki her şeyi giriş de soyarak doğru banyoya git diye buyururdum; “anne karnım aç bir sandviç yap da yedikten sonra yıkanayım “diyen oğlumu duymazdan gelerek. O inat ederken, mikropların ne denli zararlı olduğunu anlatırdım sabırla. Yavaş yavaş oğlum sokağa çıkıp oynamaktansa evde oyun oynamayı tercih eder oldu. Üzülmedim. Sevindim hatta. Sokakta birçok çocukla oynamak demek, hastalık kapma ihtimalinin çoğalması demekti. Bana göre….

Odasında yeteri kadar oturacak yer varken düzelttiğim yatağın üstünde yatmayı sevdiği için ses çıkarmadım. Annem bana izin vermezdi. Ben oğluma izin verdim. O yatağın üstünden kalkar kalkmaz gidip örtüyü silkeleyip tekrar yayardım nasıl olsa. Gözlemledim ve bir gözüm hep yatağın örtüsünde oldu. Hiç de sektirmedim, her kalktığı an hissettim ve gidip yatağı düzelttim. Zamanla oğlum yatağın da yatıp televizyon seyretmektense arkadaşlarının evine gidip televizyon seyretmeyi tercih eder oldu. İyi de oldu çünkü çok yorucuydu her dakika gidip örtüyü düzeltmek. Bana göre…

Akşam yorgun argın iş çıkışı eve gelince bir sessizlik arıyor insan. Odasında her istediğini yapma özgürlüğü olan oğlum en azından müziği ben gelene kadar yüksek sesle dinleyip ben gelince biraz olsun kısabilir. Ben bütün gün onun için çalışıp yoruluyorum ve sessizlik hakkım değil mi? Müzik de müzik olsa hadi neyse, zıpır zıpır garip bir gürültü ve bu da yetmezmiş gibi oradan oraya atlayıp duruyor. Toz da kalkıyor ortalığa. Yavaş yavaş oğlum müziği kulaklıkla dinlemeye, dans etmeyi de sevmemeye başladı. Kulaklığın tek kötü yanı ben seslenince duymaması, öte yandan sessizlik harika. Dansı da sevgilisi olsun bak nasıl eder, hem de alasını. Başım dinlendi. Huzura erdim. Bana göre…

Kısacası, oğlum dolaptan bir meyve alıp yıkayıp ısıra ısıra yemedi. Tepsiye konmadan  hiçbir atıştırmalığı kabul etmedi. Tıpkı benim gibi böcekten aşırı korkar oldu. Yemeği bittikten sonra oturduğu yeri kontrol eder, kırıntı varsa süpürmemi isterdi.  Asla iki gün üst üste bir iç çamaşırı veya kıyafeti giymez, mutlaka değiştirirdi. Başkasının evinde kalmayı sevmezdi çünkü yastıkları kokuyor derdi. Ve bütün bunlar bana göre normaldi. Bana göre…

Değişmeye karar verdiğimde bütün bilinçaltı kalıplarımı temizlemem gerekti. Annemden ve çocukluğumdan kalan “temizlik” saplantılarımı aşmak için çok çaba sarf ettim. Hayatı yakalayıp an’ı yaşamanın keyfini çıkarabilmem için epey zaman harcadım. Bu da yeterli değildi. Çünkü kendimle beraber eşimi ve oğlumu da an’ı yaşamaktan mahrum etmiştim. Benden sonra onların da değişim sürecine girmeleri gerekti. Oğlum ve eşim son üç yıldır mutfak tezgâhında duran keki bir dilim kesip canları çektiği an’da ağızlarına atmanın keyfine vardılar. Oğlum arkadaşlarında yatıya kalmanın, yüksek sesle müzik dinleyip benimle dans etmenin keyfine vardı. Banyodan çıkınca havluyla yatağın üzerinde biraz keyif yapmanın ne demek olduğunu ailece anladık.

Sözün özü, yaşamın tadını çıkarmak ve hayatı kana kana içmek her bir yudumunu; hissederek, yaşayarak; ne demekmiş ailece öğrendik… Temizlik ve kirlenmek gibi kavramlar bize hayatı zindan etmemeli. Her çocuk çocukluğunu yaşamalı, her şeyin tadını almalı, kirlenmeli, düşüp yaralanmalı, hastalık geçirmeli. Bunların hepsi bize yaşadığımızın kanıtıdır.

Çocuklarımıza çocukluklarını yaşatabilmek için; ne yaptığımızın ve bu yaptıklarımızın sonuçlarının onlarda nelere yol açabileceğinin farkında olmalıyız. Ebeveyn olarak en büyük görevimizin bilinçaltı kalıpları olmayan çocuklar yetiştirmek olduğuna inanıyorum.

Sevgiyle kalın,

Sy

1 yorum :

  1. Çocukken öğretilen kalıplarla çocuk büyütmenin ne kadar zor olduğunu yaşayan bir anne olarak okudum yazınızı.Hani güzel bir söz vardır hislerime tercüman oldun diye....Ellerinize sağlık...
    Sevgier
    Sulhan

    YanıtlaSil