3 Şubat 2012 Cuma

Duygularımıza yağan kar…


Birkaç gündür yurdun büyük bir çoğunluğunda kar var. Her yer bembeyaz bir örtü ile kaplanmış; ne yolların delik deşik yamalı asfaltı gözüküyor; ne de bahçelerin bakımsız toprağı. Her yer beyaz, saf ve temiz gözüküyor. Çok hoş ve insanda romantik duyguların yanı sıra çocukça duyguları da uyandırıyor. Kendi adıma kar topu oynadığımı ve beceriksizce bir kardan adam yapmaya kalkıştığımı itiraf edebilirim. Ayrıca ormanda yaptığım haftalık yürüyüşlerimin de büyük bir keyifle geçtiğini, kara batıp çıkmanın keyfini yaşadığımı da ilave etmeden geçemeyeceğim. Çarşamba günü de arabamla kara saplandım kaldım orman yolunda. Tavuklar gibi eşelendim lastiklerin kurtulması için. O dakikalarda bile güldüğümü hatırlıyorum şu an; hayatımda ilk kez kara saplandım ve ondan da keyif almayı becerdim helal olsun bana. Eşim benim kadar mutlu olmadı korktu benim bu gözü kara halimden. Kısacası beyaz örtü beni neşelendirdi, çocuklaştırdı bu hafta.

Bugün yavaş yavaş kar havası dağıldı ve yağmur çiselemeye başladı. Beyaz örtünün rengi hafiften kirlenmeye başladı. Yağmur güzelce yağıp temizlemezse ortalığı; çamura bulanacak her yer. Yol kenarlarında siyaha dönmüş kar tepecikleri görmeye başlayacağız. O beyazlık, o saflık kalmayacak. Beyaza olan hayranlığımız yavaş yavaş çamura olan kızgınlığa dönüşecek.

Garip olan şu ki bu satırları yazarken beyaz kar örtüsü ile saf, temiz duygularımızı ve çekim yasasını bağdaştırdım. Çocuklukta ki cahilliğimizi, gençlikteki deli baş durumlarımızı anımsayıverdim.  Hiçbir şey den korkmaz ve her şeyi başaracağımıza inanırdık o günlerde. Siz de öyle değil miydiniz? Hiç kötü titreşim yaymazdık etrafımıza. Tek bildiğimiz kendimizi eğlendirmek ve mutlu etmek değil miydi o zamanlar? Bilinçsiz bir şekilde çekim yasasını işletirdik hem de büyük bir başarı ile. Yeni yeni keşfettiğimi sandığım ve uygulamaya çalıştığım bu yasayı o zamanlar harika bir şekilde kullanıyormuşum farkında olmadan. Benim bildiğim bir şeymiş bu ve ben onu kaldırıp tozlu raflara tıkıvermişim.

O zamanlar hep hayal kurardım ve o hayalin gerçekleştiğini, ne kadar mutlu olduğumu duyumsayabilirdim.  Süslerdim hayallerimi tam olmasını istediğim hale getirene kadar. Dolayısı ile düşüncelerim dileklerimi oluştururdu ve hepsi aynı frekansta olurlardı. Evren de dilediğimi verirdi, üç aşağı beş yukarı. Ve beni mutlu ederdi çünkü ben an ’da kalırdım o yaşlardayken. Geçmişim yoktu o zamanlar ve geleceğimi düşünemeyecek kadar da toydum, umarsızdım.” Sen çekim yasasını kullanıyorsun” dese biri anlayamazdım ne demek olduğunu ancak reddetmez, salakça bir gurur duyardım bir yetişkinin bildiğini yapıyor olma halinden. Bu da dileklerim ile düşüncelerimin frekansını bozmazdı.

Şimdi böyle değiliz değil mi? Birisi böyle davrandığında o kişiyi umursamaz ve duyarsız olmakla ya da hayalperest olmakla suçluyoruz. Dinliyoruz nedir çekim yasası ve reddediyoruz, faydalanmayı seçmiyoruz. Çünkü artık global dünya da herkes nereye sürükleniyorsa biz de oraya sürüklenmeyi seçiyoruz.  Para ve zengin olma hayallerini kuruyoruz. Niye? Mutlu olmak için. Çünkü parası olanın derdi yok, faturaları ödeniyor ve mutlu. Biz de öyle olmak istiyoruz. Ne istiyoruz? Para ve mutluluk. Zor olduğuna inanarak, öf pöf ederek, sızlanarak, olanları kıskanarak, biz de yok diye üzülerek yuvarlanıp gidiyoruz işte…

Sevgiden yoksunuz, inançtan yoksunuz, şüphe içinde yüzüyoruz, sezgilerimizin düğmesini çoktan off konumuna getirmişiz bile. Düş kurmak bize uzak, çözüm üretmektense sorun yaratmayı tercih ediyoruz. Böylesi bir durumdayken bile üstümüze belli anlarda beyaz bir örtü alıp olmadığımız şekle bürünmeye çalışıyoruz, maskelerin yardımıyla. Bembeyaz kar tabakasına sığınıyoruz ve üstümüze kar yağıyor; duygularımıza, düşüncelerimize. Donduruyor bizi; suratımızda donmuş bir maske ile dolaşıyoruz. Sonra yağmur yağıyor, örtümüz eriyor, örtümüze çamur sıçrıyor lekeleniyor ve makyajımız akıyor; kirleniyoruz. Her şeyimiz ortaya çıkıveriyor. Bir de ne görelim? Hiçbir şeyimiz yokmuş aslında. Boşmuşuz…

Hak ettiğimize inanalım, teşekkür edelim sahip olduklarımıza, düşleyelim, düşledikçe yaratalım, yarattıkça mutlu olalım. Önce kendimizi sevelim ve takdir edelim çünkü ancak böyle yaparsak bir başkasına verecek sevgimiz ve sunacak takdirimiz olur. Kendini beğenmiş olmak ya da bencil olmak demek değildir kendini sevmek ve takdir etmek; kendine saygı duymak demektir.

İmgeleyin, güvenin, minnet duyun; içsel bağlantılarınızı ve içsel kalıplarınızı değiştirin. Ancak böyle iç huzuruna ulaşırsınız. Dileklerinizi keşfedin, adlandırın onları, kendi mutluluğunuzu yaratın. İç huzuru demek mutluluk demektir ve bunu parayla satın alamazsınız; yaratabilirsiniz, keşfedebilirsiniz ancak. Kendi mutluluğunuzdan sadece kendiniz sorumlusunuz, başkaları değil.

Değerinizi bilerek, çekim yasasını kullanarak sevgiyle kalın,

Sy

1 yorum :

  1. Karın saflığ ve bizim duygularımız ne güzel örtüşmüş.İnanılmaz motive edici harika bir yazı olmuş. Ellerinize sağlık....
    Sevgiler
    Sulhan

    YanıtlaSil