7 Temmuz 2012 Cumartesi

2012 Kazdağları Gezisi


Ufak bir kaçamak yapalım dedik. Atladık arabaya düştük yollara. Kazdağı’nda yaşayan dostlarım var. Durmadan davet ederler beni. Bir türlü fırsatım olmamıştı. Kısmet 2012 senesineymiş. Seyahatler içinde ani kararla, hazırlıksız çıktıklarımı daha çok sever oldum. Plansız, programsız, geldiği anda…

Yöre insanlarından o kadar çok efsane dinledim ki: Sarıkız Efsanesi, Hasan Boğuldu Efsanesi, Troya Efsanesi, bildiğim bu efsanelere bir kez daha hayran oldum. O dönemlere olan sevgim, ilgim katlanarak arttı bu gezide. Etraf harika ormanlar ile kaplı ve zeytin ağaçları beni bir kez daha kendilerine âşık ettiler. Dağın tepelerine doğru çıktıkça doğanın güzelliği karşısında ağzım açık kaldı doğrusu. Kararsız kaldım gene; deniz kenarı mı, dağ köyü mü, orman arazisi mi beni en çok büyüleyen hangisiydi acaba? Seçemedim, hepsinin yeri ayrı galiba. Bir arada olunca da güzeller, ayrı ayrı olunca da. Nerede yaşayacağım ben? Nereyi seçeceğim İstanbul’umdan gitmek istediğimde?

Pers kralı Kserkes’in ve ordularının M.Ö. 480 de Atina seferi sırasında yürüdüğü yollarda -Kaz Dağının 1300 m yüksekliğinde Kapı Dağı tepesindeki antik yolda –bulunduğumu düşleyince attığım her adımda sanki boyut değiştiriyordum. Bana böyle oldu ben o dağda gezinirken. Zeus, Apollon, Paris, Afrodit sanki bana şölen hazırlamışlardı Zeus Altarı’nda. Bulunan antik kalıntılara dokundum. Mitolojiyi hissetmeye çalıştım. Ölümsüzler ve ölümlüler arasındaki efsaneleri geçirdim zihnimden. Homeros’un İlyada’sı akmaya başladı gözümün önünde; Akhilleus ve Hector. Efsanenin içine daldım, Afrodit, Truvalı Helen, Zeus, Hera, Agamemnon… Orada olsaydım altın elmayı bana verir miydi acaba Paris Afrodit’e vermek yerine?

Babasıyla Güre köyünün yakınlarında Kavurmacılar beldesinde yaşadığına inanılan Sarıkız’ın efsanesi ise çok acıklı. Babası hacca gidince köylülerin iftirasına uğrar. Hac dönüşü babası kızını öldürmeye kıyamaz, birkaç kazla götürüp dağın zirvesine bırakır. Vahşi hayvanların öldüreceği düşünülen kız bir ermiş olur ve baba kızına iftira edildiğini anlayınca beddua eder, köyde yaşayan kimse kalmaz ve köy kütükten silinir. Dağda üzüntüyle dolaşan baba kayıp kızını ararken ölür. Köylüler Sarıkızın mezarının bulunduğu yere yassı yaşlar koyarlar ve oraya Sarıkız Tepe; babasının öldüğü yere de Baba Tepe adını verirler. Her sene ağustos ayında onları anmak için dağın eteklerine çıkarlarmış. Önyargılar ve iftiralar her devirde varmış diye üzülmekten vaz geçsem mi acaba diye sordum kendi kendime. Günümüze has değil işte rahatla dedim özüme.

Ovalı Hasan’la, obalı Emine’nin aşkları ise Hasan Boğuldu Efsanesine can vermiş. Birbirine kavuşamadan ölen bu iki gencin anısına Gökbüvet köyüne Hasanboğuldu adı verilmiş, Gökbüvete bakan çınar ağacına da Emine Çınarı denmeye başlamış. Evlenmek istediklerinde Hasan’a kızı vermeye yanaşmayan ailesi yaklaşık kırk kilo tuz çuvalını ovadan obaya taşırsa kızı alacağını söylemişler Hasan’a. Sütüven şelalesinde gücü tükenmiş ovalı Hasan’ın, taşların üstünden sekerek giderken yere düşmüş. Sırtındaki çuval sulara saçılmış. Emine’de bir çuvalı taşıyamayan bir ovalıyla nasıl evlenirim diye düşünmüş, kendi bile kadın haliyle taşırmış bu çuvalı. Obalı halkım haklı mı acaba diye düşünürken fırtına patlak vermiş. O gece çıkan fırtınada Hasan kaybolmuş. Kararından pişman olan Emine yollara düşmüş ve Hasan’ı aramaya başlamış. Şelalenin kıyısında gömleğini bulmuş ancak aramaya devam etmiş. Onu bulamayınca öldüğünü anlamış ve sevdiğine kavuşmak için kendini Gökbüvet’in başındaki çınar ağacına asmış. Her sevenin kavuşmasını diledim şelalenin sularından avuç avuç içerken.

Bu birkaç gün içinde “Adatepe, Avcılar, Beyoba, Tozlu Yaylası, Yeşilyurt, Edremit, Güre, Küçükkuyu, Zeytinli” karış karış dolaştım. Köy kahvelerinde oturdum, bakır cezvelerde mis gibi kahveler içtim. Sabun, zeytinyağı, keçi peyniri, çeşitli zeytinler, kasa kasa domatesler, köy tarhanası ve eriştesi, ev yapımı salçalar, reçeller aldım. Taze otlar aldım, nane ve kekiğin kokusu arabayı kapladı dönüş yolunda. Eve gelince dolaptaki kekiklere baktım, soluk ve donuk renklerine. Kavanoza boşalttığım kekikleri kokladım, kapağını açık bıraktım biraz mutfak mis koksun diye. Gezdim, bitirdim diyemem. Bir daha, bir daha her mevsimde gitmeliyim oralara. O yeşili, o havayı solumalıyım tekrar, tekrar. Bu arada resimleri ekledim ancak gidip görmeli ve o havayı solumalısınız. Resimlemek mümkün değil o eşsiz güzelliği bana kalırsa…

Sevgiyle kalın,

Sy



1 yorum :

  1. Kısa bir süre önce bende Kaz dağlarının o eşsiz güzelliğinden ve saf oksijeninden hafif başım dönmüş ve bir okadar yenilenmiş olarak döndüm.Hasan boğuldu efsanesini tam olarak bilmiyordum .Öyle güzel anlatmışsınki o soğuk suların aktığı,yıllanmış kocaman gövdeli ağaçların arasında yeniden gezinirken efsane daha bir anlam kazandı hafızamda..Teşekkürler ..

    YanıtlaSil