11 Temmuz 2012 Çarşamba

Kendime yerleşiyordum!


Bir aileye ait olarak dünyaya geliyoruz genelde. Bazen de sadece bir anneye ait oluyoruz. Bir yerlerde yerleşik bir hayat sürüyoruz çoğu zaman. Bazen de yaşam şartları yer değiştirmeye yöneltiyor bizi. Bir şehirden bir başka şehre gidip geliyoruz. Sürükleniyoruz yaprak misali ortalıklarda. Korkularla bezeniyoruz çoğu zaman farkına bile varmadan, bilinçaltımızda yer etmiş olanlarla birlikte neden korktuğumuzu bile bilmeden korkuyoruz öylesine. Tek bildiğimiz yapmakla yükümlü olduklarımız. Yaşamak için, hayatımızı devam ettirebilmek için çabalamak zorunda olduğumuz. Sorumluluklar, yaptırımlar...

İçinde ‘ben’ hariç bir yaşam sürmek diyorum ben buna. Her şey var bir ben yokum içinde. Benim yerimi bir ‘suret’ almış. Başrolde hem de. Ben de kendi hayatımda figüranı oynuyorum. Rüya desem değil, uyanığım desem hiç değil. Ne peki bu? Bunu sorduğum an ’da cevaplar gelmeye başlıyor. Bildiğim her şey bitiyor, bir anda kendimi hiç tanımadığım birinle bir odada yalnız başıma buluyorum. Çıkmak istiyorum odadan, terk etmek orayı ve bildiğim ben’sizliğe sığınmak. Rahat orası, iki oda bir salon, kaloriferli, şirin mi şirin, yuvam orası benim. “Hayır” diyorlar bana “Hayır, olay senin bildiğin olay değil. Orası senin evin değil. Aslında standart yatak kahvaltı şeklinde sunulan bir konaklama şekli senin evim dediğin yer. Gerçek evini bulmalısın” diye ekliyorlar. Buyurun buradan yakın bakalım. Bunca senedir otel odasında mı yaşıyorum ben? Kör müyüm ben ya? Anahtarı elimde işte, benim evim orası…

Çıkıyorum odamdan, koridorda ilerliyorum, kapıyı açıyorum, ayağımı eşikten atıyorum ve çıkıyorum dışarıya. Işıktan gözlerim kamaşıyor. Bir süre bakamıyorum, gözlerim yanıyor. Sonra fark ediyorum ki gözyaşlarım sel olmuş akıyor. Basit bir yerde, anahtarı bende olmasına rağmen tutuklu gibi yaşıyor muşum aslında. Suretim ya ben, evim de suretmiş aslında. Körmüşüm, gerçekten de…

Siliyorum gözyaşlarımı. Fırlatıyorum uzak bir yere elimdeki anahtarı. Sonra vaz geçip koşup alıyorum yerden. Orası olmazsa nerede gecelerim ki bu akşam? Sokakta mı kalayım? Deli gibi tanıdık, bildik yerler, yüzler aramaya başlıyorum. Ah aslında hepsi suretten ibaretmiş. Bir müddet sonra açılan gözlerim daha iyi algılıyor etrafımdaki sahte yaşantıyı, sahte insanları, dostları. Bilim kurgu filmi gibi hayatım, var olmayanı yaşamaya ısrarcı olmuşum çok uzun zamandır. Direnmişim. Yaratmışım, yaşamışım. Beğenmemişim ama fazla değişiklik yapmadan biraz boydan almışım, iki pens atmışım yeni sanmışım. Giymişim tekrar aynı şeyi, fark etmeden. Giyinmişim, soyunmuşum, giyinmişim, soyunmuşum. Tüm çıkarıp attıklarım aşağı yukarı aynı model…

Dolaplarımı temizliyorum, ne varsa kaldırıp atıyorum. Az ama öz olsun diyorum, yeter bana. Birikmiş tozları, örümcek ağlarını alıyorum. Pırıl pırıl yapıyorum ortalığı. “Hadi” diyorlar, “ Aç bakalım kapıyı.” Boğazım tıkanmış, titriyorum. Sormak istiyorum, çekiniyorum. Ani bir kararlılıkla ilerliyorum, elimde anahtar. Atmaya kıyamadığım anahtar. Sokuyorum anahtarı kilide, giriyorum içeriye. Hiçbir şey görmeden duruyorum bir süre koridorda. “Aman Tanrı’m burası benim evim “ diye haykırıyorum. Nasıl güzel, nasıl temiz, nasıl sıcak, nasıl şirin; beni yansıtıyor. İçim ısınıyor, gözlerim yaşarıyor. Bir kahve yapıyorum. Camın önüne oturuyorum. Telefon çalıyor, “ Neredesin kaç zamandır” diye soruyor bir dostum. 

“Kendime yerleşiyordum” diyorum…

Sevgiyle kalın,

Sy

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder