3 Temmuz 2012 Salı

İnsansan mutsuzsun, şanssızsın, kurbansın!


Her şeye izin vermek lazım bana kalırsa. Lazım ki değişimler oluşsun. Oluşsun ki sen o değişimlerin içinde yer al ve sen de değiş. Değişime inan ve istekli ol. Ve içinde yer almak için o değişimin harekete geç. İşte o zaman özgürlük, ferahlık kaplar seni ve etrafını. Her şey için uygun bir zaman vardır, senin için de. Sen de değişiminin zamanını kolla. Nereden çıktı bu sözler derseniz geçen gün tatil dönüşü bir dostumla yemek yedik. Güzel sohbetler yaptık. Bir süredir farkındaydım ancak o yemekte daha çok ortaya çıkan, belirginleşen bir konu vardı gözlemlediğim. İşin özü çoğu insan halinden memnun değil. Memnuniyetsizlik arttıkça önyargılar ve olumsuzluklar da artıyor haliyle. Sonuç olarak da karamsarlık ve mutsuzluk sarıp sarmalıyor hayatlarımızı…

Çok sık seyahat ederim. Emekli olduktan sonra daha fazla gezip görmek istedim ve bunları gerçekleştiriyorum sırayla. Gittiğim yerlerde gözlemlediklerimle kendi ülkemde karşılaştıklarımı bir kefeye koyduğumda sonuç hep aynı çıkıyor: global anlamda bir memnuniyetsizlik ve mutsuzluk var. Bize özel değil, kişiye özel değil, ülkelere has değil, yaşam koşullarına, sosyo- ekonomik durumlara bağlı değil; içimize has, insana has olmuş sanki bu durum. İnsansan mutsuzsun, şanssızsın, kurbansın…

Öyle mi gerçekten? Artık insan değince aklımıza bunlar mı gelmeli? Sanki zaman hiç akmıyor gibi, sanki her gün bir öncekinin aynı gibi, sabah kalkıyorsun akşam yatıyorsun sıradan, neşesiz, klişe gibi. Öyle mi gerçekten? Eski adetler yok olmakta, insanı oluşturan değerler çöpe atılmakta gibi. Yaşamak fiiliyle zamanı tüketmek aynı anlama gelmiş gibi. Öyle mi gerçekten?

Bana kalırsa bütün bu olumsuzlukların altında bir uyum sorunu yatmakta. Kendi içimizde bir uyum var, bize doğuştan verilmiş bir nimet bu aslında. Bu uyum sayesinde herkesi ve her şeyi algılayabiliyor, özümsüyor ve yaşıyoruz. İlişkilerimizi, düşüncelerimizi, duygularımızı harekete geçiren şey işte bu uyum dediğim şey. Uyumu kaybettiğimiz anda aslında kendimizle olan uyumu da kaybetmiş oluyoruz. Sonra sırasıyla etrafımızla, kişilerle, olaylarla, kısacası hayatla olan uyumumuzun tökezlemeye başladığını gözlemliyoruz. Müthiş bir uyum içinde bir parçayı icra eden bir koronun içinde yer alırken aniden çatlak, uyumsuz bir sese dönüşüveriyoruz. Yargılarımızla, sınırlamalarımızla, eleştirilerimizle, küçümsemelerimizle, geri kalmışlığımız ve dar bakış açımızla bir girdaba doğru sürükleniyoruz. Korku, öfke dalga dalga üzerimizi kaplıyor. Gittikçe büyüyerek geliyor, bizi kaplıyor, görünmez oluyoruz ve bizi yutuyor…

“Kendini seversen her şeyi seversin” dedim dostuma. “Özetle ifade etmem gerekirse olayın özü bu. Bildiğin bir şeyi sunabilirsin, bildiğin bir şeyi verebilirsin. Bu yüzden bilmelisin sevgiyi, tanımalısın. Böylece çoğaltabilirsin o sevgiyi önce kendinde sonra etrafında. O zaman huzur içinde olursun, saatler uçarcasına akar gider, keyif alırsın, olumsuzluklara takılıp kişiselleştirmezsin her şeyi. Sen böyle yaptıkça etrafında böyle yapanlarla dolacaktır zamanla” diye ekledim. “Vaz geçme, pes etme noktasına gelince ne yapacağım? Nasıl sabır göstereceğim?” diye sordu. “İşin ana öğelerinden biri sevgiyse bir diğeri de inanç” dedim. “Bu ikisi bir araya geldiğinde her şey yoluna girer. Hem bu iki kelime arasında müthiş bir uyum vardır. Sence de öyle değil mi?” diye sordum. Sustu, uzaklara daldı gözleri…

Sizce de öyle değil mi?

Sevgiyle kalın,

Sy

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder