8 Temmuz 2012 Pazar

Farklı yaşam arayışları hakkında


Biriktiriyoruz, biriktiriyoruz, biriktiriyoruz. Hiçbir şeyi atmaya kıyamıyoruz. Artık içimizde adım atacak yer kalmayana dek elimize geçen her şeyi tıkıyoruz zihnimize, bedenimize, kalbimize. Tıka basa dolduruyoruz, doluyoruz. Tabiri caizse dudak payı bile bırakmıyoruz anlayacağınız. Sonra bir bakıyoruz ki yalpalayıp dökülmüşüz, taşmışız…

“Hiçbir şey dışardan görüldüğü gibi değil” derdi annem ben küçükken. Sonra sonra anladım ki aslında her insan kendine özgü, her olay kişiye özgü; tepkiler nasıl baktığına, nasıl algıladığına bağlı. Çünkü insan denilen varlık özel bir varlıktı. Kendinin ne olduğunu bilen, değerleri olan varlıktı. Son zamanlarda ise çoğu insan, çoğu olay kendi dışında ‘olanı’ yaşamayı ve olmayı seçiyor sanki. Tepkiler aynı, tarzlar aynı, tahammülsüzlükler aynı, ifadeler aynı, herkes aynı, her şey aynı gibi. Öyle mi acaba?  Gerçekten herkes ve her şey kopya kâğıdı konulmuş gibi, tornadan çıkmış gibi, olması gereken her ne ise, özgün halini terk edip başkası olmaya çabalar gibi, etrafını kopyalar gibi mi yaşıyor?

Şimdi ise moda olup, kopyalanmaya çalışılan şey: “Yaşantımızda değişiklik yapmak.” Oysa kendi hayatını değil de prototip bir yaşamı seçmiş ve kendini o yaşama hapsetmiş birinin, değişiklik kelimesinden anladığı nedir acaba? Ne yaptığının farkında olmadan, nefret ve öfke içinde debelenip dururken, önyargıların kalıplarını kırmadan, sevgiyi hissetmeden, sevgiyi koşulsuz vermeden, affetmeden, an’da kalmanın önemini kavrayamadan yapılan bir değişiklik ne kadar kalıcı olabilir ki? İliklerine kadar mutsuzluk dolmuş birinin ‘mutlu olmak için değişiklik istemesi’ gerçekleşebilecek bir hedef midir? Kendi istediği şekilde değil de bir başkasının önermesi ile yaşamayı seçmiş birinin, etrafın söyledikleri ile hayatını şekillendiren birinin, iç sesini duymayı terk etmiş birinin, hayat amacı mutlu olmak için para kazanmam gerek düşüncesi ile özdeşleşmiş, kemikleşmiş birinin hedefine varması, yaşantısında değişiklik yapmak istemesi başarıya ulaşabilir mi? Yaklaşımı olumsuz olan, başına gelenlerin sorumluluğunu almayıp kurban rolü oynamayı seçen birinin, her durumda zaman ayırmayıp ‘görmeyi’ reddeden birinin, yapılması gereken değişikliğin önce içte olması gerektiğini keşfetmesi mümkün müdür? Bana kalırsa mümkündür. Bana kalırsa değişiklik yapmak da mümkündür. Nasıl mı? Yaşamı şekillendirenin kendimiz olduğunu kabul edersek eğer, düşündüğümüzü oluşturduğumuzu, oluşturduğumuzu yarattığımızı, yarattığımızı da yaşadığımızı fark edersek eğer mümkündür. İçten dışa bir değişimin kalıcı olacağını fark edersek eğer, mümkündür.

Son zamanlarda çıktığım seyahatlerde şehirde olanın köyde yaşamayı arzuladığını, köyde olanın da büyük şehirde yaşama özlemi ile tutuştuğunu gözlemledim. Bir de bulunduğu yere sıkı sıkıya yapışarak sahip çıkan bir kesim vardı ki, bu kesim de elindekini öne çıkartıp seçiminin doğru olduğunu kanıtlayabilmek için- bana kalırsa kendilerini inandırmak için başkalarını inandırma çabası içindeydiler- ötekini kötüleme yolunu seçmişti. Sıkılan ve bunalan insanlar yaşadıkları yeri değiştirme çabası içindeler. Zannediyorlar ki tebdil-i mekânda ferahlık var. Evet var ancak sen burada ve orada aynı kalmaya devam edeceksen bir müddet sonra orası da seni bunaltmayacak mı? Sen kendini değiştirmeden yaşadığın yeri değiştireceksen bu senin yaşantında nasıl bir değişiklik yaratabilir ki! 

Kazdağları’na yaptığım gezide on sene önce oraya yerleşmiş bir bayanla köy kahvesinde sohbet etme fırsatı buldum. “Zamanı gelmişti ve hayatımda bir değişiklik yapmak istedim ve buraya yerleştim. Aradığım şey sessizlik ve basit bir yaşamdı. İlk taşındığım sene evimin balkonunda oturup denize bakmak beni müthiş mutlu ederdi. Şimdi ise sıkıyor o engin suya bakmak. Hep aynı çünkü, köprü trafiğini özledim, insanların karmaşasını özledim, şehrin curcunasını özledim” dedi.” İstanbul’da bir evim vardı. Satmamıştım. Sıkıldıkça oraya kaçıyorum, oradan sıkılınca da buraya dönüyorum. Bu seferde kendimi hiçbir yere ait hissedemiyorum” diye ekledi. “ Siz de arayışta mısınız? Böyle bir yerde yaşamayı mı arzuluyorsunuz?” diye sordu. “Evet, eninde sonunda böyle bir yerde yaşamayı istiyorum” dedim. “ Aman ha iyi düşünün, varsa bir eviniz orayı da kapatmayın sakın” dedi ve kahveden ayrıldı. O gittikten sonra yanımda taşıdığım defterime şu notları aldım: “ Bulunduğun yere ait olmak istiyorsan eğer önce kendine ait olmalısın. Kendine ait değilsen hiçbir yerde kendini iyi hissetmezsin, ait hissetmezsin. Değişiklik ile değişim kelimelerinin kalıcı olabilmeleri için köklü olmaları gerekir. Bu iki kelime “içten dışa” doğru olursa eğer kalıcı olur. O zaman her nerede isen kendine ait olursun, bulunduğun yere ait olursun. Böylece yeni olan, gelişecek büyüyecek yer bulur, çürüyüp gitmez.”

Sevgiyle kalın,

Sy

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder