9 Eylül 2012 Pazar

Gerçek şu ki...


Geçen gün bir dostumla eve dönerken bana şöyle dedi:” Arabayı sen kullandığın için çok keyifliyim, bulutları, ağaçları, etrafımı her şeyi izleyebiliyorum. Teşekkür ederim.”

Arabayı başka biri kullandığında ben eskiden ne yapardım? Zihnimde kaybolurdum. Evet kaybolurdum. Kafamdan neler geçmezdi ki! Bilgisayarda yaptığımız gibi “Bağlantıyı yeni sekmede aç” misali gelen her düşünceyi açardım zihnimde. Onu tam açmışken bir diğeri gelirdi... Ardından bir başkası akardı... Durmaksızın akardı düşünceler zihnimde. Ne gittiğim yolu fark ederdim, ne nerede olduğumu. Çok kez şoförün sesi ile kendime geldiğimi hatırlarım. “ Adrese geldik abla.” Salak sepelek ücreti öder, inerdim arabadan. Kafam kazan gibi… Neredeyim? Niye gelmiştim buraya? Hah tamam hatırladım…

Düşünceler içinde kaybolduğumda, sekmeden sekmeye koşturduğumda genelde bir gün öncesinin, bir hafta öncesinin veya bir hafta sonrasının, ya da bir ertesi günün içinde oluyordum o zamanlar. O ne demişti, bu ne istemişti, onu yapmış mıydım, bunu yapacak mıydım, neyi yapmam gerekiyordu, aslında şöyle de cevap verebilirdim… O anda nereye gidiyordum, neredeydim, yanımda kim vardı, gökyüzünde bulut veya güneşin varlığı, ağaçların hışırtısı, kuşların cıvıltısı, yol tamiratı, karşıdan karşıya geçenler, sıkışık trafik… Yaptığımı düzeltme, yapacağımı kurgulama çabası içinde sıkışarak yolculuğum devam ederdi. Nasıl da enerjimi israf edermişim! Sanki geri koymayı, doldurmayı biliyormuşum gibi, fütursuzca harcarmışım… Faturayı kimin ödeyeceğini düşünmeksizin…

Her nereye yol alıyorsam, o süre içinde senaryomu baştan yazmakla meşgulmüşüm. Yanlış replik, doğru cevap, yerinde hareket, öyle olmasa daha iyi olurmuş, bir daha böyle yap, diyelim ki yarın seni aradı fırsatı kaçırma yapıştır lafı, alamadın mı öcünü o zaman bir fırsat kolla, sakın unutma yaz bir kenara… Hangi mevsimdeyiz, ağaçların yaprakları sararmış mı? Bulutlar nasıl da akıyor… Güneşin çabasına bak, bulutlardan sıyrılmaya çalışıyor… Geçen haftaki yol çalışması bitmiş, çukurlar kapanmış… Aaa yeni çiçekler ekmişler, yol şenlenmiş… Kim görecek, kim fark edecek bunları? Aradığınız numaraya şu an ulaşılamıyor…

Yol da ne kadar uzadı. Ne yaptı bu adam nereden gidiyor? Tamam, doğru yoldan gidiyor trafik yoğun sadece sen devam et labirentlerde koşturmaya. Doktorun söylediklerini abartarak anlat çalan telefonuna. Arayanın gününü karart, seninki yeterince kara çünkü… Tüm dünya omuzlarında şu an, kıpırdama düşürürsün. Senin belin ağrıyor o yüklerden, bırak arayanınki de ağrımaya başlasın. Bulaştır ona sendeki umutsuzluk, karamsarlık ağlarını. Hatta şoförün bile dikkatini çek. Çek ki başlasın anlatmaya; “Geçen gün aldığım bir müşteri de sizden iyi olmasın abla, aynı dertlerden…” Akşama ne yemek yapacağın, markete uğramak zorunda oluşun bile dert olsun sana…

Ara sıra nadiren de olsa gittiğim yol uzardı ancak dönüş yolum oldukça kısa sürerdi. Böyle anlarda ne yapardım da yol kısalırdı? Radyoda çalan parçayı dinlerdim, parçaya eşlik ederdim, sesini açar iyice girerdim müziğin içine… Etrafa bakardım. Varsa yağmuru izler, sileceklerin çıkardığı ritmik sese verirdim kulağımı… Duraklara yakın geçerken arabanın yavaşlamasını ve bekleyen varsa su sıçratmamasını dilerdim şoförün… Olurdu… Kimse ıslanmazdı… Araba açıktan alır veya yavaşlardı… Hafifçe arkaya kaykılır, cama yanağımı yaklaştırıp, gökyüzüne bakardım… Dalardım bulutlara hiçbir şey düşünmeksizin... Bir süre boş bakardım… Aklıma gelen, üşüşen düşünceleri izlerdim… Takılmadan… Birbiri ardına resmigeçit yaparlardı zihnimde… Geçmiş, gelecek takılmazdım… Tanık olurdum… Bilinçsizce… An’ın tadına varırdım…

Gerçek şu ki arabayı kimin kullandığı önemli değil. Önemli olan kullanan da olsam, yolcu da olsam ne yaptığımın, nerede olduğumun farkında olmak... Olanın farkına varabilmek… Mevsimler değişiyor… Hayat akıyor… Gece oluyor… Gündüz oluyor… Hayatım karışıyor… Sonra düzeliyor… Alt üst oluyorum… Tekrar yoluna koyuyorum… Akıyorum hayatla… Akışı yakalıyorum… Akışın farkına varıyorum… Olmam gereken, yapmam gereken, olmak zorunda olan, yapmak zorunda olduğum yok… Hata, suç, yanlış, kötü kimine göre var; kimine göre yok… Herkesin bir penceresi var baktığı. Kiminin camı puslu, kiminin camı parlak… Kime göre? Neye göre? Bana göre… Sana göre… Aslında bize göre olması gereken… Düzeltmemiz gereken… Suçlu kim? 

Sevdiklerimiz var, hoşlandıklarımız var. Nefret ettiklerimiz, öfke duyduklarımız ve asla affedemeyeceğimizi hissettiklerimiz var. Gündelik yaşam akarken zorluklarımız var, sıkıntılarımız var. Bir yandan yaşamakta olduklarımız var, diğer yandan koşullandırıldığımız yüklerimiz var. Yükler karmaşası altında ezilerek, sürünerek yol açmaya çalışan bir insanız. Bunu değiştirebiliriz. Yeter ki farkına varalım. Gerçekten sevdiğimiz nedir? İstediğimiz nedir? Hayatımızdan çıkarmamız gerekenler nelerdir? Ardımızda çoktan bırakmamız gerekenleri fark edebildik mi? Kendimizle yüzleşebildik mi? Dürüst olabildik mi kendimize? Belki de seviyorum ya da sevmiyorum diye etiketlediklerimiz bizi biz yapan değerlerdir. Göz atabildik mi bu değerlere? Baktık mı penceremizden içeri? Hiç duymayı denedik mi içimizdeki sesi? Dış sesleri susturmayı istedik mi hiç?

Bırakalım aksın hayat. Yularına asılıp zorla döndürmeye çalışmayalım. Bir parça esneklik olsun. Hem o yol olabilir, hem de bu yol… Seçecek özgür irademizin olduğunun farkına varalım… Hırslanmayalım hayata ve kendimize…Koşulsuz sevelim kendimizi… Verildiği, dikte edildiği, öğretildiği gibi değil; kendimizce sevelim… Sevmeyi öğrenelim yeni baştan…

Sevgiyle kalın,

Sy

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder