5 Mayıs 2013 Pazar

2013 Londra Gezisi


Her köşesini bıkmadan, usanmadan 2000 yılından beri gezdiğim bu şehri sizlere anlatmadığımı fark ettim. Renkli ve hareketli yaşamıyla öne çıkan şehirlerden biri olan Londra’nın geçmişi 2000 yıl öncesine uzanır. Zengin tarihi mirasının yanı sıra, moda, müzik, sanat konularında da kendine has tarzı olan bu şehri ilk kez gideceklere tanıtmaya çalışacağım. ‘Bula bula Londra’yı mı buldun anlatacak’; ‘Ben zaten gitmiştim biliyorum’ da diyebilirsiniz, olsun gelin birlikte hafızalarımızı tazeleyelim.

Londra gerçekten büyük ve keşfedilmesi zaman alan bir şehir. Bir çok kez farklı otellerde kaldım- son iki kez gidişim haricinde- bu yüzden her seferinde Londra’yı geziş şeklim kaldığım yerle ilintili oldu. Seyahatlerimde yürüyerek gezmeyi ve kaybolmayı çok severim,  ancak Londra’yı kısıtlı zamanda keşfetmek istediğimde metrodan faydalanmam gerekti. Aksi takdirde geceye halim kalmıyordu…

Yılın her ayı yağmurlu olabilen İngiltere ne zaman gitsem bana torpilli davranmış ve beni hep kuru bir hava ve gökyüzünde güneşle karşılamıştır. Bu sene de öyle oldu ve 2013 Nisan ayında yaptığımız gezide İstanbul kapalı bir hava ve yağmurla beni yolcu ederken, Londra sıcacık bir güneşle buyur etti beni. Gene de aklınızda bulunsun en uygun aylar Haziran, Temmuz, Ağustos ve Eylül.

Daha önceki gidişlerimde aldığım notlarla birlikte şimdiye kadar nereleri görmüşsem anlatmaya başlıyorum. Keyifle okumanız dileği ile…

M.S. 43 yılında Thames nehir kıyısında kurulduğu var sayılan Londra iyi bir gezi planını hak eden bir şehirdir. Metronun o kadar güzel işleyen bir sistemi vardır ki, şehrin ne tarafında kalırsanız kalın her gün için yaptığınız gezi planını metro ağına oturttuğunuz an, tüm şehir sizindir. Konaklama için şehir merkezinde olan otelleri tercih ederseniz sabah erkenden otelden çıkıp, yorulunca geri dönüp otelinizde soluklanabilir, sonra tekrar gece yarısına kadar veya sabaha kadar eğlenmenize devam edebilirsiniz. Covent Garden, Piccadilly, Oxford Street’de metro istasyonlarına çok yakın oteller bulmanız mümkündür.

İngiltere’nin başkenti olan Londra sanat kokar adeta. Sokakları ışıl ışıldır. Müziğin başkenti olmasının yanı sıra;  tiyatrolar, operalar, etkinlikler her şey buradadır. Kalacağınız her otelde etkinliklere bilet bulmak konusunda size yardımcı oluyorlar. Eğer kesin kararlıysanız otel rezervasyonu yaptığınız an biletinizi de rezerve edebilirsiniz. Ben otele giriş yaptığım gün biletlerimi ayırttırıyorum. Ya da Leicester Square’de ki gişeden o akşamki oyun için biletleri yarı fiyatına da alabilirsiniz. Mamma Mia, Phantom of the Opera, Chicago daha önceki gidişlerimde izlediklerim. Phantom of the Opera’yı oğlum 13 yaşındayken birlikte izlemiştik. Her ikimizin de ilk operasıydı. Büyülenmiştik. Hele o koca avize salondan sahneye doğru uçtuğunda öyle bir şangırtı koparmıştı ki, hala unutamam. Les Miserables’a yer bulamadığımız için bu sefer The Lion King’i izledim.

Geziye başlamanın en iyi yolu turistik bölgelerdir. Bu yerleri gördükten sonra, ara sokaklarda kaybolup şehrin ince detaylarını gözlemleyebilirsiniz. Binalarda ki levhalara göz atma fırsatınız olursa Florence Nightingale, Van Gogh, Mozart, Oscar Wilde, Karl Marx, Sherlock Holmes, Charles Dickens, Freud, Charlie Chaplin, Benjamin Franklin gibi kişilerin yaşadıkları yerleri( mavi levhalarla işaretlenmiştir) ve Bank’teki metro girişinin üzerinde uçan bir meleği fark edebilirsiniz. Ayrıca Shoredicht’te suçluların kamçılandığı direk, Sir Thomas More’un altın yüzlü heykeli de yürüyerek rastlayabileceğiniz detaylardandır. Kısacası kendinizi yerli halktan biri gibi hissedin ve gözünüzü dört açın. Şehrin her köşesi size bir şeyler sunacaktır. İki katlı otobüslerle şehri dolaşmakta oldukça zevklidir. Turistik hat üzerinde bu otobüslerden de faydalanabilirsiniz.

Etnik çeşitlilik inanılmaz, dünyanın her yerinden, her kültürden insana kucak açmış bir başkent burası. Bu kadar çeşitlilik içinde, saf kan İngiliz’leri gözünüz hemen seçiyor. Daha ‘cool’, inanılmaz kibar, bir şey sorulduğunda cevap veren, lüzumsuz konuşmayan, samimi ve sıcakkanlı olmayan bu insanların ağzından en sık duyduğunuz kelime ‘Teşekkür ederim’ dir. Her fırsatta ve her mevsimde kendilerini parklara atan bu kibar insanlar kalabalık içinde hemen fark edilirler. Londra’nın yeşili bir başka yeşil gerçekten de. Sürekli yağan yağmurun dört mevsim boyunca beslediği, büyüttüğü bir yeşil. Bir gidişimde tüm zamanımı sadece parkları gezmeye ayırmıştım. Yeşilin büyüsü beni sarıp sarmalamıştı. Hyde   Park’ın içindeki Serpentine gölü, sincaplar, çeşitli kuşlar, atlı polisler, dev ağaçlar, rengarenk bitkiler beni benden almıştı. St James’s Park içindeki göl ise 40 tür kuşa ev sahipliği yapar. Çok hoş bir kafe vardır ve yazın konserler düzenlenir. Kessington Garden Hyde Park’ın devamıdır. Regent’s Park sizi gül kokularıyla karşılar. İnanılmaz bir gül bahçesi vardır. İçinde Londra Hayvanat Bahçesi de bulunur. Green Park küçüktür ve iş merkezlerine yakın olduğu için daha çok öğle tatilinde şezlong kiralayan ofis çalışanlarıyla dolar taşar. Greenwich Park’ın tepesinden Londra’yı seyredebilirsiniz. Ayrıca 0 derece boylamının geçtiği gözlemevi de buradadır. Richmond Park tam 2.350 dönümdür. Bu parkta alageyikler serbestçe dolaşırlar. Primrose Hill Regent’s Park’ın kuzeyinde kalır. Eski zamanlarda beyefendiler burada düello yaparlarmış. Bushy Park Mayıs ayında ağaçlar çiçeklendiğinde görülmeye değer manzaralar sunar.

Bu şehirde müzeler, tarihi binalar, saraylar, kiliseler ve parklar gündüz başınızı döndürürken şehrin gece hayatı ve canlılığı akşam olunca sizi de içine çeker. Halk, eğlenceye akşam iş çıkışında ve hafta sonlarında trafiğe kapatılan bazı sokaklardaki pub’larda sokağa taşarak başlar. Kaldırımlara, yerlere otururlar, çoğunlukla ayakta biralarını yudumlayarak bitmek bilmeyen bir sohbete dalarlar. Daha sonra Soho veya Covent Garden’da ki restoranlara dağılırlar. Etnik çeşitlilik sayesinde her ülkenin mutfağını bulabileceğiniz bu şehir sokak sokak gezerken size müzik ziyafeti de sunar. Sokaklarda çalan müzisyenleri dinleyebileceğiniz gibi en ünlü gece kulüplerinden de faydalanabilirsiniz. Covent Garden, Piccadilly, Soho, Leicester Square gece gündüz cıvıl cıvıl olan merkezler arasındadır. 

Soho demişken biraz daha bilgi vermek istedim. Soho’nun gece gündüz hareketli caddesi Old Campton Street üzerinde birçok restoran, bar, gece kulübü yer alır. Masalarını sokağa atmış kafeler yol boyunca sıra sıra dizilmişlerdir. Gerard Street’deki işlemeli kemerler 1950 den bu yana Londra’da bulunan Çin mahallesine geldiğinizi belli eder. Aslında burnunuzu izlemek de yeterli olacaktır. Soya sosu ve sarımsağın baskın kokusu bölgeye yaklaştığınızı anlamaya yetiyor. Ocak sonu ya da şubat başı gibi giderseniz eğer Çin Yeni Yıl kutlamalarını da izleyebilirsiniz. Çok görkemli ve eğlenceli oluyor. Bu bölgedeki her şey size Çin’de dolaşıyormuşsunuz izlenimi veriyor. Süpermarketler, hediyelik eşyalar, dövmeciler, dövüş okulları, aradığınız her şey mevcut.

İngilizlerin kendilerine özgü mutfakları pek kayda değer değildir. İlk akla gelen fast food kültürlerinde yer alan ve çoğu kişinin tercih ettiği Fish&Chips sayılabilir. Pub’larda geleneksel ev yemekleri olarak Cottage Pie- havuç, soğan, dana biftek ince kıyılmış ve patates püresi- etli ve tavuklu börekler; Yorkshire Pudding- fırında biftek yanında da üzeri kabuk tutacak kadar pişirilmiş patates; elma soslu domuz eti, nane soslu fırında kuzu budu sayılabilir. Bunun dışında ise Japon Nobu veya Zuma, Çin Hakkasan, Spagetti House, Cantina Loredo ( Covent Garden’da rezervasyon gerekiyor, Meksika yemekleri şahane), Jamie’s Italian ( Covent Garden’da tavsiye ederim)İlla da Türküm diyorsanız Sofra; Wagamama. Fast food acele atıştırmalık olarak Pret a Manger’yi tavsiye ederim; sandviç, kahve, çay, meyveler ne ararsanız mevcut. Starbucks her köşe başı neredeyse. Regent Street de food quarter diye bir yer var. Yan yana dizilmiş bir sürü cafe ve restoranlar var. Et restoranı olarak Angus’ları fark etmemek mümkün değil ancak her sefer aynı lezzeti bulur musunuz? Hayır. Dükkandan dükkana değişken bir zincir. Benim şansım şimdiye kadar iki kez dışında yaver gitti. Birde Strada var, zincir bir restoran. Çok kültür, çok insan ve değişik mutfaklar. Asla aç kalmıyorsunuz

Bu şehir her ne istiyorsanız satın alabileceğiniz bir şehir. Moda olan ya da olmayan, pahalı ya da ucuz, antika, aklınıza her ne geliyorsa… Yeter ki paranız, zamanınız olsun alışveriş eğlenceye dönüşür. Oxford Street, Regent Street, Bond Street, Carnaby Street, Tottenham Court, Marble Arc, Knightsbridge, Piccadilly Circus, Trafalgar en işlek mağaza ve butiklerin bulunduğu caddeler ve meydanlar. Sanatsal objeler arıyorsanız Leicester Square'e,’el yapımı ürünler, hediyelik eşyalar, salaş ve her telden kişilerin uğrak yeri olan bir yer arıyorsanız Kapalı Çarşı’ya benzeyen Camden Town’a uğrayabilirsiniz. Eskiden bir manastır olan Covent Garden’da ise her türlü mağazayı ve markayı bulmanız mümkündür. Burası ayrıca restoran açısından da çok zengin bir bölgedir. Harvey Nichols, Harrod’s ve diğer lüks markaları gezmek istiyorsanız eğer Bond Street’e ve Knightsbridge’e gitmeniz yeterli olacaktır. Ancak Harrod’s konusunda uyarmak isterim her bir köşesini gezip, her bir ürünü denerim derseniz en az 2 tam günü ayırmanız gerekebilir. Japon turistlerden fırsat kalırsa tabii ki

Seyahatiniz Cumartesi, Pazar günlerini içine alıyorsa, eğer Londra’ya birden fazla gittiyseniz ve pazar yeri gezmeyi seviyorsanız, Portobello Marketi Notthing Hill, Camden Town’daki açık marketler, Columbia Road Flower marketi hoşunuza gidebilir. Antikacılardan bazıları ise; Alfie’s Antique Market Church Street’de, Gray’s Market  Davis Street’de, Antiquarius ve Chelsea Antique Market ise King’s Road’da yer almaktadır. Charing Cross Road ise tam bir kitap cennetidir. İkinci el kitaplar, nadir bulunan kitaplar ve en büyük kitapçının bulunduğu yerdir. Avrupa’nın en büyük kitapevi olan Waterstone’s ve Hatchard’s de bu caddede yer almaktadır.

Şehir içinde turistik gezilmesi gereken önemli yerler;
*British Museum, Tate Gallery, National Gallery ve National Portrait Gallery giriş ücreti olmayan yerler. Bazı özel sergiler olduğu takdirde danışmadan bilet temin ediliyor.

British Museum: Dünyanın en eski müzesidir 1,8 milyon yılı aşkın bir zaman dilimine yayılmış 6 milyon parçalık bir koleksiyona sahiptir. Ana danışmanın olduğu bölümde Great Court bulunur. Dünyanın en önemli kitapları ve el yazmalarının barındığı okuma salonu da burada yer alır. 
National Gallery: Yanında  National Portrait Gallery’de yer alır. Erken Rönesans döneminden Empresyonistlere kadar uzanan ve 2.300 parçayı aşan bir resim koleksiyonunu barındırmaktadır. Portrait Gallery ise Tudor döneminden bugüne kadar uzanan ünlü simaların ve az bilinen kişiliklerin portrelerini sergilemektedir.
London Eye:  Bu dönmedolap 2000 yılı kutlamaları için inşa edilmiştir ve kentin tüm manzarasına hakimdir. Bir tur 30 dakika sürer.
Tate Modern: Dali, Picasso, Matisse, Rothko ve Warhol gibi modernlerin eserleri sergilenir. 
Tate Britain: İngiltere’nin ünlü ressamlarının yanı sıra J. M. W. Turner’ın eserleri de yer almaktadır.
Natural History Museum: Charles Darwın ile Kaptan Cook’un botanikçisinin topladığı eserlerin deposu olan müze 300 bilim insanı ve kütüphanecisi ile araştırmaların hala sürdürüldüğü bir yerdir. Etkileyici bir dinazor koleksiyonu vardır.
Science Museum:  Dünyayı Endüstri Devrimi’ne ulaştıran dokuma tezgahı, gemicilik ve erken uçaklar gibi keşifler sergilenir.
Buckıngham Palace ve Kraliyet Bahçeleri: Kraliçenin belli zamanlarda yaşadığı 600 odalı bir saraydır. 1705 yılında yapılmıştır. Kraliyet Bahçeleri halka açıktır. Westminster Abbey: Ortaçağ mimarisinin görkemli bir eseridir. Eskiden bir manastır olarak işlev görüyordu. Reform döneminde korunmuş ve Kraliyet ailesinin törenlerine ev sahipliği yapmaktadır. Taç giyme törenleri, cenazeler, düğünler burada gerçekleştirilir.
Parliament Square: Asıl adı Westminster Sarayıdır. Kraliyet konutu, hükümet merkezi ve manastır olarak bin yıl önce inşa edilmiştir. Genellikle House of Parliment olarak bilinen yeni Westminster Sarayı, Westminster Abbey’nin hemen karşısındadır. Meydanın kuzeyindeki Parliment Street, Whitehall’a ve başbakanın konutu olan Downing Street no:10’a gider.
Big Ben: Westminster Sarayının devasa ölçülerdeki saat kulesidir. Çan on dört farklı tonda ses çıkartabilmektedir.
Tower of London: 1. William için 1078 yılında yaptırılmış olan hendekli şato kentin cephaneliği olmuş, hayvanat bahçesi olarak hizmet vermiş ve kraliyet darphanesi olarak da kullanılmıştır. 
St Paul’s Cathedral: 1666 yılında yapımına başlanmış 1708 yılında tamamlanmıştır. Avrupa’nın en büyük sallanan çanına sahiptir. Koronun verdiği konserler ilgi çekicidir.
Hyde Park: İçinde Serpentine gölü vardır , sandallarla gezebilirsiniz. Ata binebilir, kaykay ve yürüyüş yapabilir Spekears Corner’da halka hitap edebilirsiniz. Her köşesinden sincapların fırladığı bu muhteşem parkta tam gün hayallere dalabilirsiniz. Hyde Park haricinde St James’s Park, Kensington Gardens, Regent’s Park, Green Park, Greenwich Park, Richmond Park, Primrose Hill, Bushy Park, görülmesi gereken parklar arasında yer alır. Ayrıca Thames Nehri’nde motor gezisi yapabilirsiniz. Westminster ve Charing Cross kent merkezindeki rıhtımlardır. Buradan bineceğiniz tekneler akış yukarı Hampton Court’a akış yönünde Tower Bridge ve Greenwich’e gider. Camden Lock ve Little Venice arasındaki durgun suda Regent’s Canal’daki tekne gezileri de çok zevklidir. Ben ilk gittiğim yıllarda yürüyüş turları vardı. Yaklaşık iki saat kadar sürerdi. Shakespeare dönemindeki Londra temalı, Karındeşen Jack hikayeleri ile süslenmiş eski Londra sokaklarında yapılan ilginç turlardı. Son dönemlerde hiç dikkat etmedim hala var mı bilemiyorum.
Mme Thussaud’nun mumya müzesini gezebilir çeşitli korku tünellerinde yolculuk edebilirsiniz. Ayrıca korku meraklısı iseniz London Dungeon’da sizi cezbedebilir. Oğlum sayesinde varlığından haberdar olduğum bu korku müzesi yer yer beni bile ürkütmüştü.

Şehir dışında görülmesi gereken yerleri günü birlik gezi yapan turlar aracılığıyla gezebilir veya araba kiralayabilirsiniz. Bunlar arasında Windsor Şatosu( halen Kraliyet Ailesi kullanmaktadır), Oxford Üniversitesinin bulunduğu Oxford, Romalılardan kalma Bath( dünyanın en eski spası) antik çağın sembolü Stonehenge, Harry Potter’ın çekildiği Warwick Şatosu, Leeds Castle, Cantenburry Katedrali, Stradford sayılabilir. Günlük turlar için Londra’ki otellerden katılacak olanlar sabah erken saatlerde toplanıyor ve bir merkeze götürülüyor. Tüm turlar oradan start alıyor. Biraz ayakta bekliyor ve mevsimine göre hafif üşüyorsunuz ancak nasıl organize olmuşlarsa bekleme süreniz en fazla 10 dakika sürüyor. 10 dakika içinde otobüsünüze kurulup yollara düşüyorsunuz. Londra’ya yaklaşık 2 saatlik mesafelerdeki güzellikleri keşfe çıkıyorsunuz. Dönüşte ise belli noktalarda sizleri bırakıyorlar. 

Evet, benim anlatacaklarım bu kadar. Umarım fayda görürsünüz. Çeşitli yıllara ait fotoğraflardan derlenen bir video hazırladım sizler için. Keyifle izlemeniz dileği ile.

Sevgiyle kalın,
Sy





2 yorum :

  1. Selcan Hanım o kadar güzel kaleme almışsınız ki hiç gitmediğim ve belkide maddi imkansızlıklardan dolayı ömrümün sonuna kadar gidemeyeceğim bir şehri görmüş, gezmiş ve yaşamış gibi oldum. Özellikle bahsettiğiniz Operayı o kadar çok dinlemek isterdim ki anlatamam. Kimbilir belki de bir şeyler olur ve bir gün bende bu muhteşem şehri görmüş olurum. Size, bizlerle bu güzel yazyı paylaştığınız ve bir anlıkta olsa bizi bu büyülü şehrin güzelliklerinin hayalini yaşattığınız için sonsuz teşekkür ederim. Saygılarımla,

    YanıtlaSil
  2. Merhaba, yorumunuz için teşekkür ederim. Umarım hayalinizde olan her şehri en kısa zamanda keyifle gezersiniz. Sağlıkla kalın, saygı ve sevgilerimle

    YanıtlaSil