Ağustos sıcaklarından bunalınca kendimizi Ege’nin sularına atmak istedik. Ailecek düştük yola. Oğlumun da tatili denk düşünce hep birlikte rotamızı bu sene Yunanistan’ın adalarına çevirdik. Önceliği de birçok arkadaşımızdan duyduğumuz Tassos’a verdik. Rodos ve diğer Yunan adalarına göre daha uygun fiyatların ve henüz keşfedilmemiş olmanın verdiği sükûnet ve huzurun hâkim olduğu bir doğa harikası dediler. Bizde gittik, gördük...
Sınırı geçer geçmez hemen çok güzel yapılmış bir otobanda buluyorsunuz kendinizi. İnanın asfaltın kalitesi beni mutsuz etti. Bizdekinden daha iyiydi. Üzülüyor insan. Feribota bineceğiniz şehir olan Keramoti’ye gelene kadar Alexandroupoli (Dedeağaç) ve Xanthi (İskeçe) şehirlerini geçiyorsunuz. Bu arada adaya hem Kavala’dan hem de Keramoti’den feribot kalkıyor. Biz Keramoti’den bindik ve 35 dakika sonra adaya vardık.
Thassos adasına indiğinizde sizi karşılayan ise rengârenk restoran ve cafeleri ile Limenas şehri oluyor. Adada konaklama seçenekleri iki tane. Üç büyük yerleşim yerinden birini seçip, oranın merkezinde kalabilir, geceleri taverna, kafelere, restoranlara ve açık olan dükkanlara göz atma imkanı yakalayabilir ve her sabah farklı koyları keşfe çıkarsınız veya ; güzel koylardan birindeki bir otelde kalıp, daha çok o bölgede takılırsınız. Bookıng.com da gördüğünüz resimler ve açıklamalar sizi aldatmasın. Konaklama seçenekleri arasında, birkaç adres dışında muhteşem yerler yok. Ev sıcaklığında otel ve moteller, evlerde mini apart’lar ( iç içe geçmiş odalar veriyorlar size, içinde mutfağı olan); şansınızı deneyin derim. Beğenmezseniz, ikinci gece başka bir yere geçersiniz. Biz öyle yaptık.
Samimi olmak gerekirse dağ ve denizin bu denli iç içe geçişi ender güzellikte bir manzara yaratıyor sanki bu adada. Yüksekten bakıldığında Thassos, Ege’nin maviliğinin tam ortasında yer alıyor. Trakya kıyılarına ise sadece 8 km uzaklıkta. Komşusu Semadirek’ten daha büyük fakat Rodos ve Midilli’den daha küçüktür. 95,4 km’ye ulaşan kıyıları ve 378,84 kilometre karelik yüzölçümü ile kalabalık bir nüfusu barındırır. Her biri 1,000 metreyi aşan beş zirvesi ile adayı kuzeybatı- güneydoğu yönünde ikiye bölen sıradağlarla kaplıdır. Antik çağlardan beri ünlü ressamların, heykeltıraşların ve mimarların kullandığı birinci sınıf gri-yeşil kayrak taşı ve parlak, kalın, beyaz mermerin ana yurdudur. Özellikle güney kıyısında Alyki yarımadasındaki birçok noktada dünyaca ünlü mermerlerin çıktığı maden ocakları görülür. Bazı sahiller ve denizin içi, kum yerine ufalanmış beyaz mermerle kaplanmış ve doğa harikası oluşturmuştur. Ada, ormanlar ile kaplıdır ve bu antik çağlardan beri Yunanistan’da ormanlık alanların azınlıkta olmasından dolayı Thassos’a ayrı bir değer katar. Çam ağaçlarının haricinde adada bol miktarda düz ağaç ve kestane ağacı da bulunmaktadır.
En sevdiğim ve dinlemeye doyamadığım efsaneler Yunan mitolojisinde yer alır. Ortaokulda okurken fazlasıyla incelemiştik. Notre Dame De Sion sağolsun. O okulun bana kattığı en önemli artı okuma alışkanlığımı pekiştirmek olmuştur. Neyse gelelim adanın mitolojik hikâyesine: Yunan mitolojisine göre Thassos, boğa kılığına giren Zeus’un Phoenix Kralı’nın kızını Avrupa’ya kaçırması ile keşfedilir. Antionoras, kızını bulması için torunu Thassos’u görevlendirir ve eli boş dönmemesi için kesin talimat verir. Avrupa’yı bulmak için yollara düşen Thassos, adanın doğal güzelliklerinin ve ılıman ikliminin cazibesine kapılır ve buraya yerleşir. O günden sonra da ada onun ismi ile anılmaya başlanır. Thassian şehir devleti M.Ö.5. yüzyılda altın çağını yaşamıştır. Thassos ticareti, donanması, güçlü para birimi ve zengin kültürel hayatıyla “Kuzeyin Atinası” adını almıştır. Şehrin merkezi Pazar (Agora) ve kalıntıları günümüze kadar muhafaza edilmiştir. 2000-3000 kişilik kapasitesi ile doğal zemin üzerine inşa edilen antik tiyatro aynı zamanda eşsiz bir deniz manzarasına sahiptir. Adanın sokaklarında gezerken modern ile antik şehrin izlerini bir arada görebilirsiniz. Thassos’taki hemen hemen bütün köyler, bembeyaz mermer heykellerle süslüdür. Arkeoloji Müzesi, Yunanistan’ın en önemli müzelerinden biridir ve 1934 yılında inşa edilmiştir. Sahil yolu üzerinde bulunan müze, M.Ö 7 ve M.S.7 yüzyıl evlerinin zenginliğini ve güzelliğini örnekleyen birçok eser ile doludur. Bir başka önemli arkeolojik yer ise Alykes köyüdür. Ziyaretçiler eskiden kalma Hristiyan kiliselerini ve 7. yüzyıldan kalma Dioskouroi’ye adanmış tapınakların olduğu yarımadayı görebilirler. Baş Melek Mikail’e adanan kadın manastırı Alyki köyü yakınlarında bir uçurumun kenarına inşa edilmiştir. Enerjisi ilginçti. Giderseniz mutlaka gezin derim.
Mavi masa ve sandalyeler. Rengârenk restoranlar ve mezeler… Doğrusu her kelimenin sonuna ek koyarak bizim mezeleri sahiplenmeleri beni gülümsetse de, lezzetleri muhteşem. Kızartma kabağı, süzme yoğurttan cacıkları, patlıcan salataları, musakkaları ve en güzelinden ‘Grek Salata’. Çoban salata üzerinde devasa iki iri dilim beyaz peynir eşliğinde oldukça lezzetli zeytinyağı ile birlikte… Allahtan çabuk doyan biriyim. Yoksa kolayca kilo alınabilecek bir coğrafya. Aman dikkat… Fiyatlar da oldukça uygun. Öğlen ve akşam dilediğiniz kadar yediğinizde iki kişi 20- 30 Euro civarı ( içkiyle birlikte olursa 8-10 Euro daha ekleyin) bir hesap ödüyorsunuz.
Kısacası 4 gün kaldık, her köşesine ayak bastık. Sevimli, davetkâr, ucuz ve Türkiye’ye çok yakın. Yaz aylarında kısa süreli tatil imkânı olanların gidip deniz keyfini çıkartacağı bir yer Tassos Adası. Alabildiğine lezzetli mezeleri, balıkları ve koylarıyla atlamayın derim.
Gezerek ve sevgiyle kalın,