Korku hayatta kalabilmenin bir şeklidir derler. Ya da tehlikeyi önceden sezebilmekle alakalıdır derler korku için. Ya da sadece korkmaktır korku. Neden, kimden, niye korktuğunu bilmeden, öylesine korkmaktır. Peki, nelerden korkarız?
Bu soruya kendi adıma cevap verirsem eğer, korku kendimden emin olmadığım zamanlarda sarıp sarmalar beni. Nerede olduğumu tam olarak bilemediğim anlarda. Çıkıp gelir yanı başıma. Ya da sevdiklerimden ayrı düştüğümde... Haber alamadığımda, seslerini duyamadığımda… Nasıl da sinsice çörekleniverir göğsümün orta yerine… Bazen de son derece basitçe çıkar ortaya. İyi yıkanmamış bir salata da hastalık korkusu olarak, ovulmamış bir banyoda mikrop kapma şekline bürünerek… Temizlik yaparken elektriklerin kesilmesi bile korkunun ortaya çıkması için yeterli olur. Yeterince hijyen olamama korkusu… Bu gerçekten de korku mu yoksa kaygı mı acaba? Sizce? Kaygı mı korkuyu besler yoksa korkular mı kaygıları doğurur? Sadece kaygı yok ki korkuyu besleyen; endişe var, sıkıntı var, öfke var… Ancak bana kalırsa korkudan önce kaygı hep vardır. Hatta kaygıyı kaybetmemek adına korkunun doğuşuna şahitlik bile ederiz. Yeter ki korkalım… Sanki korkmak hayatta olduğumuzun bir göstergesi gibi…
Karanlıktan, böcekten, yüksekten, hastanelerden, mezarlıklardan, evde kalmaktan, ölmekten, hayattan, at binmekten, sınavda kırık not almaktan, araba kullanmaktan, asansörde kapalı kalmaktan, yangın çıkmasından, kuş gribinden, uçağa binmekten, deprem olmasından… İstediğimizi ekleyebiliriz, yelpaze alabildiğine geniş. Peki ne yapmak lazım?Nasıl kurtulacağız bu korkulardan?
Bence duygularımızı soğanı soyar gibi soyup, içine, derine bakabildiğimizde bu korkuların kaynağını nihayetinde keşfederiz. Biz kaynaklı mı? Yoksa koşullu mu yani öğretilmiş korkular mı bunlar? Böylece ruhumuzu bu korkulardan arındırabiliriz. Özgürleşiriz… Korktuğumda, çoğu zaman kendimi bir köprü üzerinde hissederim. Sanki bu köprünün bir bacağı korkulardan, diğer bacağı ise cesaretten oluşmuştur. Ben de tam ortasındayımdır bu köprünün. Rezil olurum kendime… Tir tir titrerim, bardaktan boşalırcasına ağlarım. Ağladıkça açılır, ferahlarım. Sonra adım adım inerim korkumun yanına ve bakarım ona yakından. İncelerim. Ya kaldırır atarım ya da bir parça daha korkmak için, belki de son kez korkmak için yakından bakarım gözlerinin içine… İçime… Derine, en derine… Tüm cesaretimle…
Anlarım korkularımı, kendimi. Kendimle birlikte bana bu duyguyu yerleştirenleri. Neden korkuyormuşum? Bulurum cevabını. Bana zarar gelmeyecek şekilde söker atarım içimden. Temizlerim ortalığı. Kaçmam artık onlardan. Kaçmam kendimden. Savaşırım bu duygularımla. Bir kez ele geçirdim mi kaleyi, gerisi gelir zaten…
Her ne varsa içimizde duyguya dair, bizi oluşturan; bunları kabul ettiğimiz takdirde ruhumuzu güzelleştireceğimize inanıyorum. Duygunun her şekli bizim kendimizi tanımamız ve özümüze inmemiz açısından yetilerimizi arttıracaktır. Buna korkularımız da dahildir. Korkularımızdan kurtulmakta da bizi ruhsal açıdan olgunlaştıracaktır.
Sevgiyle kalın,
Sy
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder